Devlet'in Pardon'ları...
Uzun ince bir yol"dan gelip geçmiş, üniversiteyi bitirmiş, "vatani görev"i geride bırakalı aylar olmuştu... Övgü niyetine değil ama az sonra anlatacağım konuyla kısmen ilgili diye açıklamak durumundayım, askerliğimi, "uzun dönem" yani asteğmen olarak yapmıştım... "Hava değişimi" tribinde, iş-güç düşünmeden bekleme dönemindeydim.. Deyim yerindeyse "yorgunluk" atıyordum! Bürokratik bir onay nedeniyle Emniyet Müdürlüğü'ne işim düştü.. Vah... Düşmez olsaydı!.. Emniyet'te, bilgisayara geçilmediği zamanlardı! Başvuru dosyam içinde "asteğmen"lik yaptığıma dair yakın zaman tarihli belge, diplomalar şunlar, bunlar olmasına ve dahi "kendi ayaklarım"la ve kaygısız, korkusuz(!) Emniyet'e adım atmama rağmen bir iki saat sonra kendimi müteferrikada bulmuştum. (Eskiler, emniyetin gözaltı odalarına müteferrika derdi..) Hem de hafif darp, hakaret ve sorgusuz sualsiz bir biçimde... Ertesi sabah "yarım yamalak" anlaşıldı durum.. Üç beş yıl önceki öğrencilik dönemimde, "izinsiz gösteri yapma" nedeniyle gözaltında tutulmuş, karakolda ifadem alınmış ama serbest bırakılmıştım. Mesele de öylece kalmıştı.. O "bir gün"lük gözaltı tabii ki takipsizliğe uğramış ama kayıtlarda hâlâ gözüküyordu! Otomasyona geçmemiş "Emniyet"tin raflarında da yıllar yılı kalmıştı.. İşte, "hayata atılmak" niyetiyle belge almaya geldiğim Adana Emniyet'indeki gözaltımın, hakaret ve darbın sona ermesi için üç gün kapalı bir hücrede tutulmam gerektiğini o gün öğrendim! Üçüncü günün sonunda bi pardon çektiler! Ama atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmişti, aile bir yandan ben bir yandan sinirden telef olmuştuk ya gerisi laf-ı güzaftı.. Yıllar sonra, yeni çıkmış kitabımın imza günü nedeniyle bir Avrupa kentine davet edildim. Pasaport için başvurdum, yine "o eski evrak" karşıma geldi ve bir buçuk yıl alamadım. Ne, o imza gününe, ne de akraba ziyaretlerine gidebildim.. Nihayet iki yıl sonra "pardon" dediler de... Çıkmaya başladım... Aslında şu anlattığım iki olay o kadar önemsiz, o kadar devede kulak ki... Tedavi olmak amacıyla yurtdışına gitmek isteyen Ruhi Su'yu, yine pasaport mağduru yüzbinleri ve dahi ülkenin dört bir yanında yaşanan ve "Pardon"la sonuçlanan "bürokrasi-devlet-emniyet mağdurları"nı düşündüğümde hiçbir şey ifade etmiyor.. Mesele pasaport alamamakta değil, mesele yürek kırıklığında!
Çeyrek yüzyıldır birbirinden muhteşem oyun ve denemeler yazan Ferhan Şensoy'un, yine senaryosunu kaleme aldığı, Mert Baykal'ın yönettiği Pardon'u, Plato'nun "özel davetliler" kontenjanından izleme fırsatı bulunca paylaşmak istedim kişisel hikayemi... Ferhan Şensoy'un yine gerçek bir olaydan yola çıkarak yazdığı "Pardon"daki mağdurlar da bizim insanlarımız, bizden... Şensoy işe "adaletin tecellisi"nin yanısıra "emniyet sorgusu"nu da öylesine hoş öylesine kusursuz, öylesine yürek parçalayıcı eklemiş ki.... "Senaryo mu istiyorsunuz, işte...." dedirtecek kadar... Doğrusu filmi sinema perdesinden izlemeyi çok isterdim... Ama Sinan Çetin ve Ali Hakan "galadan ve her şeyden önce gel, biz bize olalım" deyince video ortamına razı olduk... Olsun varsın.... Ben, "film yönetmenindir" diyenlerdenim.. Bu yüzden Pardon'un ekrandaki son karesi kayboldu ve ayağa kalkıp o coşkuyla genç yönetmen Mert Baykal'ı sıkı sıkı sardım... Aynı heyecanla Ferhan Abi'ye telefonla ulaşmak istedim ama bulamadım... "Yazdığın harika senaryo için ellerin dert görmesin ve bu ülke de bir daha 'pardon' demesin!" diyecektim...
Tamam "Pardon" özetle bir "adalet yanlışlığı"na işaret ediyor ama dedim ya, Şensoy'un kalemi, dolandıkça dolanıyor, insanın iki yüzlülüğüne, arkadaş ihanetlerine, akraba olmanın dayanılmaz ağırlığına ve daha pek çok insan hallerine! Ben, çok sevdim Pardon'u.... Umarım herkes sever... Hadi moda deyimle söyleyelim! Bu filme gidin... Bu arada Erol Günaydın, Zeki Alasya ve Rasim Öztekin... Size bir çift sözüm var... "Tiyatromuzun başına gelmiş en güzel şeylerden olduğunuzu biliyordum ama bir de sinema mı çıkardınız başımıza, devam..."
|