Yol ayrımı
ABD başkanı Bush'un Brüksel ziyareti ve NATO zirvesinin ardından Atlantikötesi ilişkilerin rayına oturmasının daha hayli zaman ve emek gerektireceği ortaya çıktı. Bu ilişkilerin yakınlaşması, Türkiye'nin çıkarlarına uygundur. Ancak çok temel siyaset ve yaklaşım farklarının yakınlaşmayı zora koşacağı da giderek daha iyi anlaşılıyor. Şimdilik iki tarafın bu temas neticesinde en azından buzları kırdığını söylemek mümkün. Türkiye'nin bu gelişmeleri iyi takip etmesi ve konulara mümkün olduğunca müdahil de olması gerekir. Atlantik ilişkilerine bir katkıda bulunabilmek açısından ise Irak politikasının daha soğukkanlı bir değerlendirmeye alınması ve rasyonel bir zemine oturtulması öncelik taşır. Burada yapılacak revizyon, ABD ile ilişkilerde yeni bir çerçevenin oluşturulmasını, yeni bir ilişki dilinin ve tarzının şekillendirilmesini de kolaylaştırır. Atılacak ilk adımlardan biri, Irak'ın kurucu unsurlarından birisi olan Kürtler'e yönelik tavrı değiştirmektir . Irak devlet başkanı olacak Celal Talabani'ye, aşiret reisi diye küçümseyerek yaklaşmak siyasi açıdan akılcı sayılmaz. Kaldı ki Iraklı Kürtler'in de kendi siyasi gelecekleri açısından Türkiye'ye ciddi ölçüde ihtiyaçları olacaktır. Bu denklem içinde Iraklı Araplar'ın ve Irak'ın diğer komşularının da meselesi olan Kerkük meselesi bir şekilde bu şehrin özel konumu korunarak halledilebilecektir.
Ne yapacağını bilmiyor AKP hükümeti daha doğrusu liderliği bu bağlamda kendisi ve Türkiye açısından hayli kritik bir noktada duruyor. AB'nin 17 Aralık zirvesinden beri hükümetin ve iktidar partisinin verdiği izlenim hayli kötü . O güne önündeki yol haritalarını cesaretle izleyerek varan AKP liderliği, daha sonra ne yapacağını bilmez görüntüsü vermeye başladı. Daha doğrusu 17 Aralık kararı ardından AB meselesinde pek de acele etmek istemediği kanısı yerleşmeye başladı.
Açılım rahatsızlığı Bu atalete yol açan unsurlardan birisi, iktidar partisi içinde son iki yılın liberaldemokratik açılımlarından rahatsız olanların varlığıydı. AKP liderliği seçmen tabanlarını genişleten o açılımlardan rahatsızlık duyanları tatmin etme uğruna işi askıya almayı tercih etmiş gibi. AB süreci içinde, tıpkı ekonomik program uygulamasında olduğu gibi, kendilerini destekleyen çevrelerin çıkarlarına da zarar verebilecek noktaya gelinmesinin de herhalde bunda bir payı var. Son olarak da AKP'nin bir parti olarak son iki yıldaki uygulamalarına damgasını vurmuş siyasal liberalizmi aslında tam sindirmemiş olduğu da söylenebilir. AKP liderliğinin bu noktadaki hatası, 17 Aralık'tan sonra durma veya duraklama lüksüne sahip olduğunu sanmasıdır. Bu parti gücünün bir kısmını ve meşruiyetini içeride siyaset alanını genişletmekten, dışarıda ise AB sürecinin önünü açmaktan almıştı. Tam da bu nedenle durma seçeneğinin varlığına inanmak parti açısından yanlış bir değerlendirme sayılmalı.
Dalganın iki yüzü Şu sırada Türkiye'de siyasi iklime giderek içe kapanma, batı düşmanlığı komploculuk ve etnik milliyetçilik damgasını vurmaya başlıyor. AKP'nin Irak bağlamındaki söylemi de buna bir ölçüde katkıda bulundu. Ancak bu dalga tüm siyasi söyleme hakim olduğu taktirde AKP'yi de savurabilecek bir güçtür. AKP'nin başarı yolu, demokratikleşme atılımını sürdürmekten, ekonomideki kazanımları konsolide etmekten, dış politikasını laik temel üstünde sürdürmekten geçer. Aksine bir tavır ise herkesi savuracak bir istikrarsızlığın önünü açabilir.
|