| |
|
|
AK Parti iktidarı da ebedi değil ki..
Harold Nicolson "Diplomasi" kitabında yabancı ülkelerdeki elçilikler için "Onlar karanlık ve fırtınalı denizlerde gemilere yol gösteren deniz fenerleri gibidir. Yabancı ülkede bulunan vatandaşlar, kriz anlarında gözlerini ve kulaklarını kendi ülkelerinin elçiliklerine yönlendirir" der. Aslında kendi ülkelerinde yaşayan insanların da, kriz anlarında gözlerini ve kulaklarını yönlendirecekleri deniz fenerlerine ihtiyaçları vardır. Bu siyasi iktidar olabilir, bir siyasi lider veya bir parti olabilir. En önemlisi de, aklına, bilgisine ve muhakeme gücüne güvenilen, özgür, özerk, gerçekten bağımsız ve bağlantısız aydın düşünce odakları varsa, onlar bu aranan deniz fenerinin işlevini, yönünü belirleyemeyen siyasi iktidarlar için de üstlenirler. Şu anda Türkiye'de ne siyasi, ne de ekonomik bir kriz var. Ancak biriktirildikleri ve kötü yönetildikleri takdirde kriz yaratabilecek problemli konular oldukça fazla. Ayrıca, iç ve dış konjonktürü sadece kriz üretmek için gözleyen geleneksel "Bunalım Bağımlısı" merkezler de, her zamanki gibi iş başında. Siyasi iktidar veya Başbakan Erdoğan, bazı problemleri çözerek, bunları kriz konusu olmaktan çıkardılar. Enflasyonun yenilmesi veya Kıbrıs'ta çözüme dayalı olarak AB ile üyelik müzakereleri için tarih alınması, bunlara iki örnektir. Ama biliyoruz ki, iktidardaki siyasetçiler için, kendi gündemlerini belirleme lüksü yoktur. Gündem onların önüne gelir. Bir başbakan "Biz şu konularda başarılı olduk" diye kendi egosunu pompalarken, o sırada çözüm bekleyen bilmem kaç tane konu gündemde ön plana çıkmıştır bile. Veya iktidara yakın bir kadro "Zaten ülkede muhalefet yok ki" diye kendi kendilerine övünürken, bir bakarsınız problemli konular muhalefete gerek duyulmaksızın iktidarı sarsmaya başlamıştır bile. Başbakan Erdoğan ve çevresindeki çekirdek kadronun, bu hareketli tabloyu çok iyi değerlendirebildiğini sanmıyorum. Çok kısa sürede sağlanan başarıların ve dış kamuoyunda Erdoğan'ın yıldızlaşmasının getirdiği hava, onları gerçek ötesi bir umursamazlığa itmiş gibi görünüyor. Bunun nedeni ise, onların kendi sadakat çemberleri dışındaki düşünce ve deneyim sahibi kesimlere kapalı yaşamaları olabilir. Bunu 1974 Kıbrıs Harekatı ertesinde Bülent Ecevit de yaşadı. Miğferli posterleri ve Kıbrıs Fatihi imajı sonucu, beraberindeki takımla arayı açtı. "Tek Adam" rolüne soyundu. Üst üste yaptığı hatalar sonunda, Türkiye önce Amerikan ambargosuna, sonra örtülü bir iç savaş görüntüsü veren anarşi ve terör ortamına ve sonunda da 12 Eylül askeri darbesine sürüklendi. Tayyip Erdoğan da kendisini içte ve dışta, ekonomide ve AB ilişkilerinde şimdiki başarı noktasına getiren ana öğenin "Dış Konjonktür" ve "Amerika" olduğunu görmezden gelmemelidir. İçerideki siyasi meşruiyetini ise, sadece seçilmiş olmasından değil, 28 Şubat döneminde oluşan ve içinde liberal düşüncenin ağır bastığı geniş "Demokratik Cephe"nin üyesi olmasından da aldığını unutmamalıdır. Hiçbir uçak bozulup havada kalmaz. Bütün uçaklar şu ya da bu şekilde mutlaka yere iner. Siyasi iktidarlar da aynı durumdadır. Önemli olan, siyasi iktidarların bölünmeden ve yumuşak inişle yerlerini kendilerinden sonra geleceklere teslim etmesidir. İç ve dış konjonktürü iyi değerlendiremedikleri için, pek çok geçmiş iktidar bunu başaramadı. Dilerim Erdoğan ve çekirdek kadrosu, iktidar umursamazlığı içinde, selefleri ile aynı hatalara düşmez..
|