|
Star değil tam bir oyuncu
|
|
Dahi yönetmen Ingmar Bergman'ın baş oyuncusuydu. Onu bir dönem uzaktan uzağa efsane gibi izlerdik. İsveçli aktör Max Von Sydow'la özel hayatını ve oyunculuğu konuştuk.
Ömür boyu hayran olduğum oyunculardan biriydi. 1950- 60'lı yıllarda filmleri ülkemize gelmeyen ve ancak dış yolculuklarda izleyebildiğimiz İsveç sinemasının dahi yönetmeni İngmar Bergman'ın baş oyuncusu olarak anılır ve bizler onu uzaktan uzağa bir efsane gibi izlerdik: Ustayla yaptığı "Yedinci Mühür", "Yaban Çilekleri", "Kaynak" gibi filmlerin özlemini çekerek... Sonra birden Hollywood'a geçti. Ve bu sayede onu "Hawai", "Kremlin Mektubu", "Şeytan", "Akbabanın Üç Günü", "Lanetliler Gemisi", "Conan", "Asla Asla Deme" gibi gösterişli filmlerde izlemeye başladık. Son altı ay içinde, onu ilk kez, geçen Cannes ve sonra da ekim ayında Atina Şenliği'nde gördüm. Jüri üyesi idi, bu kez yakından tanışıp bir konuşma yaptım. Öyle çok not birikti ki, neredeyse bir yazı dizisi bile olabilir!... 1929 doğumlu İsveçli oyuncu Max Von Sydow, uzun yıllar tiyatro yapmış ve oradan sinemaya geçmişti. Temelde "Oyunculuk oyunculuktur" diyor ama hemen farkları saymaya başlıyordu: "Tiyatroda seyirciyle direkt temas vardır ve her gün ancak tek şansınız olur. Oysa filmde sayısız tekrar vardır, oyununuzu sürekli değiştirebilir ve olgunlaştırabilirsiniz. Eksik varsa da kurgu masasında düzelir!... Film ölümsüzdür, oysa tiyatro rüzgara yazılmış gibidir..." Von Sydow oyunculuğu bir insanın yüzü, bedeni ve sesiyle yapabileceklerinin toplamı diye niteliyordu. "Ama" diyordu, "bir metin olmadan oyuncu bir hiçtir. Duvarda asılı duran bir keman gibi..." Onun için, oyunculuğu son derece kişisel bir sanat biçimi olarak yorumluyordu. Bazı aktörlerin sadece kendi kendileri olarak varolduğunu, bazılarının ise varolmak için her rolü yeni baştan yaratmak zorunda olduklarını söylüyordu: "İlk sınıftakilere star denir, ikincilere ise oyuncu".
BERGMAN VE ALLEN Von Sydow, yalnız büyümüş bir çocuk ve gençken çok utangaçmış: "Oyunculuğu bir tür terapi olarak gördüm. Ve bugün tek yapmayı bildiğim şey bu. O olmasa, kaybolurdum." Bergman'a elbette büyük hayranlık besliyordu. Birlikte tam 11 film yapmışlardı: "Beni o yarattı. Dominan bir yönetmendir ama telkinlere de açıktır". "Hannah ve Kardeşleri"nde oynadığı Woody Allen'i Bergman'ın tam zıddı olarak görüyordu: "Allen sette çok utangaç ve kararsızdır. Zaman zaman kaybolur, sonra çıkar gelir. Ve size çok şey danışır." Sonra Sydney Pollack, David Lynch, Wim Wenders, Jan Troell, Bille Auguste gibi ustalarla da çalışmıştı. Ama Bergman'ın o ciddi filmlerinde, çekim aralarında nasıl gülüştüklerini eklemeden de edemiyordu: "O benim için hem büyük bir usta hem de çok iyi bir dost olarak kaldı". Kendisinin ideal Bergman oyuncusu olmasını şansa bağlıyordu: "Çünkü Bergman kadınlara hayrandır ve hemen tüm filmleri kadınlar üzerine kuruludur. Kadınları iyi tanıyan herkes ise onların erkeklerden çok daha ilginç olduğunu kabul eder". En sevdiği rol "Fatih Pelle" filmiydi. Bu filmle tek Oscar adaylığını da almıştı. Sayısız filmde oynamış, kaçınılmaz olarak birçoğunu da reddetmişti: "Pişman olduklarınız var mı?" diye sorduğumda şöyle dedi: "Kaçırdığım rollerden hiçbiri için pişman olmadım. Ama kabul ettiklerimden bazıları için, evet".
SON PROJELERİ NELER? Sanatçı yıllar önce George Stevens'in "Dünyanın En Büyük Hikayesi" filminde Hazret-i İsa'yı oynamıştı. Peki, Mel Gibson'un İsa filmini nasıl bulmuştu? "O filmi göremedim. Artık ne yazık ki çok az sinemaya gidiyorum. Ama uzaktan bana Stevens'inkinden daha ilginç gözüküyor. Bugün artık böylesi kişiliklere "dinsel açıdan doğru" olarak değil, kişisel bir bakışla yaklaşmak gerekir. Pasolini öyle yapmıştı, Kazancakis'in "Çarmıha Gerilen İsa" romanı da öyledir. Sanırım Gibson da öyle yapmış. Filmini gerçekten merak ediyorum". Ünlü aktör, yıllar önce bir film de yönetmişti: "Heyecan verici bir deneyimdi ama devam edemedim. Artık çok yaşlıyım bunun için... Genç olsam, yönetmeye daha çok zaman ayırırdım". Son filmi, Slovenya'da çekilen ünlü "Heidi" masalının yeni yorumuydu ve büyük babayı oynuyordu. Amerikan sinemasını seviyor muydu? "Öylesine büyük imkanları var ki... Dünya hükümetleri kendi sinemalarını daha iyi korumalı bence... Artık Hollywood dışında hiçbir sinema yardımsız yaşayamaz". Sanatçı uzun yıllardır Paris'te yaşıyordu, zaten bir Fransız'la evliydi. Ama İsveç'i de çok seviyordu: "Orda, Bergman'ın da sık sık gittiği ünlü Faro adasında evim var. Zaman zaman oraya gidip onunla buluşm ayı ve eski günleri anmayı çok seviyorum." Zamanının çoğunu artık evde ve TV karşısında geçirdiğini belirtiyordu: "TV öylesine güçlü ki...Ve öylesine iyi bir iletişim aracı olabilirdi ki... Ama ne yazık ki olamadı. Her yerde ucuzluğa, kültürsüzlüğe ve kolaya prim verdi. Ve insan bu görkemli alanaı iyi kullanmayı beceremedi. Yarın öbürgün pişman olacak, bunun zararlarını görecek, ama galiba geç kalmış olacak".
|