| |
Emin Çölaşan... Erman Toroğlu...
Dünden Bugüne.
Emin Çölaşan'ın yeni kitabı çıktı: "Şu Benim Gazetecilik-Yaşadıklarım." Çölaşan kitabında "kendi yaşamının perde arkasını" anlatıyor... Roman gibi. Emin Çölaşan "bütün kitaplarını" ya bizzat verdi ya da gönderdi. Ve bütün kitaplarını "şöyle bir not düşerek" imzaladı. "Sevgili arkadaşım, dostum, hayatımda tanıdığım ilk gazeteci Yavuz Donat'a dostlukla..." Son kitabında da "aynı sözler" vardı.
İKİ İSİM Bugün bu "ilk tanıma" ile ilgili "iki anı" anlatacağız. Biri "Emin Çölaşan'a dair." Diğeri, yine "popüler bir isim" olan Erman Toroğlu'na.
TAKUNYALILAR Seneler önceydi. Biz AKŞAM gazetesindeydik. Ankara Temsilcimiz, rahmetli İlhami Soysal'dı. Birgün, Devlet Planlama Teşkilatı'ndan bir "uzman" ziyaretimize geldi. Gelen, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ümran Emin Çölaşan'ın oğluydu: - Ben Emin Çölaşan... Bizim kurumu (DPT) takunyalılar doldurdu... DPT'de yolsuzluklar oluyor.
İKİNCİ SAYFA Gazetenin "ikinci sayfasında" okurların yazılarına yer veriliyordu. Çölaşan da "DPT'de olanları" oraya yazmak istiyordu. "Yaz, getir" dedik. Çayımızı içti ve gitti.
İLK YAZI Bir süre sonra Çölaşan "2 ayrı yazıyla" geldi. - İki günlük yazı yazdım... DPT'de olup, bitenleri anlattım. DPT Müsteşarı Turgut Özal'dı. "İlk yazı" Emin Çölaşan'ın imzasıyla yayınlandı. Ve yayınlandığı gün, öğle saatlerinde Emin Çölaşan gazeteye geldi: - İkinci yazı yayınlanmasın. - Neden? - DPT'de ortalık karıştı... Daire Başkanımız Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş beni çağırdı... Böyle yazı mazı istemiyorum, yazmayacaksınız dedi... İkinci yazı da yayınlanırsa, beni DPT'den atacaklar. - İMZASIZ Çölaşan'a "artık çok geç... Yazı yayınlanacak" dedik. "Bari" diye rica etti: - İmzamı çıkarın. Ertesi gün yazının "imza yerinde" şunlar yazılıydı: "Bu yazının yazarı büyük bir baskı altında olduğu için imzasını gizli tutuyoruz."
KIYAMET BÖYLE KOPTU İkinci yazının da Çölaşan'a ait olduğu "ayan beyan" ortadaydı. DPT'de ortalık iyice karıştı. Ve Emin Çölaşan'ı "DPT'den attılar." Yine aradan bir süre geçti. Çölaşan geldi: - Milliyet Gazetesi Karacan Armağanı Araştırma Yarışması açtı... İcen'le (Börtücene... O zaman DPT'deydi) birlikte katılacağız... İşte araştırmamız... Ne olur bir oku... Düzeltmemiz gereken yerler varsa söyle. Okuduk. Konusu "uygulanmayan Danıştay kararları" idi. Çölaşan'a dedik ki: - İyi bir çalışma... Ama giriş bölümünü tamamen değiştirin... Çarpıcı hale getirin. "Olur" dedi, gitti. Değiştirdiler. Ve yarışmadan "birinci olarak" çıktılar.
O ARTIK GAZETECİ Emin Çölaşan mutluydu. Bize teşekküre geldi. Artık "devlete... DPT'ye dönemiyordu." Gazeteci olmak istiyordu. Ve mesleğe başladı. O gün, bugün devam ediyor. Kitaplarını da bize "ilk tanıdığım gazeteci" diye imzalıyor. Son bir not daha... Çölaşan, Milliyet'te başlayınca ziyaretimize gelmişti: - Mutluyum... Gazeteci oldum... Ama bir ricam daha var... Önemli birşey olunca beni uyar... Gece gündüz farketmez. Bir akşam aradık: - Neredesin? - Evdeyim... Önemli bir haber mi var. - Evet... Hemen gazetene koş. - Haber nedir? - Abdi beyi (İpekçi) vurdular.
ERMAN TOROĞLU Şimdi gelelim "ikinci" isme, ikinci "anıya." 1980'lerin ikinci yarısıydı. 1987 olabilir. Tercüman'da yöneticiydik. Spor yazarlarımızdan Doğan Ersavaş "genç... Boylu poslu... Karayağız bir delikanlı ile" odamıza girdi: - Abi... İşte Ankaragücü'nün eski futbolcusu Erman... Futbolu bıraktı... Askerliğini yaptı... Şimdi hakem... Ve bizde de yazı yazmak istiyor... Bir fırsat verseniz.
ARMAN TALAY O tarihte, gazetenin Ankara'daki "spor şefi" rahmetli Arman Talay'dı. Ona sorduk. "Sen ne diyorsun" diye. - Doğan'ı destekliyorum... Erman, teknik konularda yazabilir... Bir şans tanıyın... Sizi mahcup etmez.
O ŞİMDİ YILDIZ Ve yerimizden kalktık. "Delikanlıyı" kucaklayıp, öptük: - Şu andan itibaren gazeteciliğe adımını atıyorsun... Başaracağına inanıyoruz... Haydi hayırlı uğurlu olsun. - Sağol abi... Sizi de, gazetemi de mahcup etmeyeceğim... Söz veriyorum. O "Anadolu delikanlısı" da Erman Toroğlu'ydu.
VE SON Emin Çölaşan'ın "yaşadıklarını... Anılarını... Başından geçenleri" okurken, bir sinema filminin şeridi gibi aklımızdan "yukarıdaki olaylar" aktı, gitti. Çölaşan "hala eski yıllardaki Çölaşan." Gözler aynı, bakışlar aynı, gülüş aynı, heyecan aynı. Sadece "saçı sakalı beyazlaşmış" o kadar.
|