Yalancı dürüstlüğün temelleri
Erdoğan ve Baykal'ın yolsuzluk üstüne birbirlerini, -yalnız siyasetçinin hazmedebileceği tarzda- suçladıkları günün ertesinde Vatan gazetesi şaşırtıcı derecede muhalif bir haber yayınladı: - Ulaştırma Bakanlığı yeni bir skandala daha imza attı. Bakanlığın, Türkiye'nin en karlı limanları arasında yer alan İzmir Limanı'ndaki konteyner yükleme boşaltma ve nakliye işleriyle ilgili tüm hizmetleri, ihalesiz biçimde sözleşme yoluyla eski AKP üyesi Rahmi Genç'in ortağı bulunduğu Reha Denizcilik ve RADEM Lojistik adlı şirketlere devrettiği ortaya çıktı. Yıllık 70 milyon dolarlık işi ihalesiz olarak alan bu şirketlerden RADEM, TCDD ile sözleşme imzaladığı tarih olan 14 Temmuz 2004'te kuruldu. Reha Denizcilik'in ise sözleşme tarihi olan 15 Temmuz 2004'ten 2 gün önce 13 Temmuz 2004'te kurulduğu ortaya çıktı.... Ayrıntıya gerek yok. Haber doğruysa bu giriş cümleleri kafi. Elbette tüm yolsuzluk haberleri gibi bunun da yalan olmasını dilerim. Yalan olması, -memleket için iyi olduğuna göre- Vatan için de iyidir. Lakin toplumdaki yaygın ruh hali tam tersi! Yeni bir kirlenmişliği öğrenince neredeyse 'Oh ne iyi, o da yolsuzluğa bulaşmış' diye seviniyoruz. Aslında bu ruh hali, maalesef boğazına kadar hırsızlığa gömülü bir halkın kendini iyi hissetmek için geliştirdiği bağışıklık.. En basitinden en karmaşığına doğru türlü yöntemlerle bu ülkenin çoğu yoksulu da çalıyor.. Karunlaşmış çoğu zengini de.. Kimi bir torba çimento çalıyor, kimi çimento fabrikası.. Hırsızlığın siyah ve beyaz soyadları var: İthal ettiği mamul ve yarı mamule yüz kuruş öderken elli kuruşluk ihracat yaparak, kamu aleyhine hem dışalımdanhem dış satımdan kazananların vurgunu kahramanlık olur, başkasının harcadığı paranın fişiyle vergi iadesi alan memurunki ise evrakta sahtecilik.. Sayılı istisnalar dışında herkesin hak edilmemiş kazanımlara kolayca el açtığı bir ülkede yolsuzluk haberleri ve yolsuzlukla mücadele gösterileri, aslında hırsızlığın gelişmesinde önemli etkenlerden biri. Bu gevezelikler yolsuzluğu yadırganır olmaktan çıkarıp çok daha kolaylaştırdı. Bugün geldiğimiz nokta ise, yolsuzluk yapanı değil yapmayanı yadırgamak.. Artık bir siyasetçi, bürokrat veya işadamı yolsuzluğa bulaşmamışsa 'beceriksiz, saf, sünepe' gibi yaftalarla anılır. Bir partiliye 'seninkiler de hırsız' dediğin zaman 'hayır asla olamaz' diye savunma yapmak da kalmadı. Partili, 'canım seninki de hırsızdı' deyip geçer. Peki ya bunu diyen adamın bizzat hırsızlık yapandan farkı ne? Ayrıca hırsızlık yapmadığı ne malum? Başarılı olup da hırsızlığı dillere düşmüş siyasetçi için kirli toplumun geliştirdiği şeytani bir af yasası da var: - Efendim çalıyor ama Allah var, iş yapıyor. Bir büyük şehrin böyle şeytani bir gerekçeyle ikinci veya üçüncü defa aynı kişiyi seçebildiği yerde zaten hırsızlık fiilen meşru olmuş değil midir? Hele, en üst düzey yargı adamları ile koca koca askerlerin pisliğe bulaştığına ilişkin birçoğumuzun hep bildiğimiz -ama kanıtlamaktan aciz olduğumuz- iddialar mahkemeye intikal edince hırsızlar kavmi çok rahatlamıştır: - Oh be çalmayan yokmuş! Bir toplum bu aşamaya gelmişse mesele yasa ve masa ile birkaç adımda çözülecek boyutu çoktan aşmıştır. Hırsızlığı tasfiye iradesi yoksa yolsuzluk katlanarak sürecektir. Bu tasfiyenin sihirli anahtarı dokunulmazlığı kaldırmak değil! Yargının bizdeki kadar yıprandığı toplumda dokunulmazlığın kaldırılması, gerekli ama yeterli değildir. Kaldı ki, böyle bir toplumda dokunulmazlığı kaldırmak bizatihi yolsuzluk örtme yöntemi haline dahi getirilebilir. Ancak yine de gereklidir; çünkü Meclis çoğunluğunun yeterli kanıt olmadan yolsuzluk iddiası ile hasmını Yüce Divan'a göndererek 'yasama erki'ni 'yargıdan önceki siyasi infaz' kurumu haline dönüştürmesi, hem utanç verici bir demokratik terbiyesizlik; hem de fiilen 'hırsız aklama' mekanizmasıdır. Asıl 'hırsızlığı tasfiye iradesi', en önce siyasetçiyi mali açıdan sırtlanan kişi, kuruluş ve kümelerin harcadıkları paraları 'kayıt dışı ekonomi'nin parçası olmaktan çıkarmaya çalışmak, açıklanamayan servetleri düğün takılarına bağlama kepazeliğini fiilen bitirmektir! Partisini diktatörce yöneten bir liderin demokratlık gösteri ve söylemlerinin gerçek değeri nasıl sıfır ise; yolsuzlukla mücadele etmekten dem vurup 'hırsızlığı tasfiye iradesi'nin alfabesi olan 'siyasetin maliyetini şeffaflaştırma' savaşı vermeyenlerin dürüstlük sınavından aldığı not da sıfırdır. Böyle bir savaşı kazanmak dünyanın en zor işidir ama onu göze almayanın siyasete girmesi, 'yolsuzluk lağımında yıldız olma' hevesi dışında hangi ülkü ile açıklanabilir ki?
|