|
|
|
|
|
|
|
|
İnsan bu resmi görünce "Eh insaf yani" diyor
Herkes gibi ben de ülkemi sonuna kadar eleştiriyorum. Ama iş yabancıların bizi eleştirmesine gelince olmadığım kadar milliyetçiyim. Danimarka'daki denizkızı heykelinin çarşaflı halini görünce isyan ettim
Soluk soluğa bir film izliyoruz. Herkesin yakından tanıdığı "24" isimli dizinin DVD versiyonu. Hani ünlü Jack Bauer ülkesi uğruna bütün teröristlerle çatışıyor ya.. Hani bu uğurda adam öldürüyor, işkence yapıyor ama kahraman ilan ediliyor... Abdullah Çatlı misali, büyük vatansever. Geçen sezon 24'ün bölümlerini yakalamayı başaramayınca, biz de toptan seyredelim dedik. Fakat seyret seyret bitmiyor. Filmin bir saati sizin bir saatiniz gibi, yani birebir. Adı üstünde 24. Bir gün lazım, bitirmek için. Geçen gece seyrettiğimiz bölümde ABD Başkanı bir kaosun tam ortasındaydı. 12 saat önce ülkesinin topraklarında bir nükleer bomba olduğunu öğrenmiş ve uzun bir koşuşturmanın ardından bomba imha edilmişti. Ama asıl problem şimdi başlıyordu. Bir ses kaydı bulunmuştu. Ses kaydı bu bombanın arkasında üç Ortadoğu ülkesinin yer aldığının önemli bir kanıtı. Başkanın önünde ise sadece iki seçenek var. 1. Ülkesini böylesine bir tehlikeye sokan üç ülkeye hiç gecikmeden bir misilleme yapmak (ki bu muhtemelen üçüncü dünya savaşını başlatır) 2. Biraz bekleyip kanıtları kontrol etmek (Bu da iç politikada başkanın yeniden seçilme şansını tamamen ortadan kaldırır çünkü halkı intikam istiyor)
*** Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Avrupa Birliği pazarlıkları seyrederken inanın aynı heyecanı duydum. Başbakan'ın önünde yine iki seçenek vardı. 1. Anında o masadan kalkmak ve demek ki "Bu koşullar benim için kabul edilemezdir. Şimdiye kadar uğraştığımız her şeyin heba olmasıdır. Olmaz!" (Bu ne getirirdi? Kıbrıs konusunda "Asla taviz yok" sözü verip kendini zora sokan başbakanın elini iç politikada çok ama çok kuvvetlendirirdi. Bazı kesimler tarafından kahraman ilan edilirdi bu kesin.) 2. Pazarlıkları sürdürerek ve yeri geldiğinde iyi polis kötü polis oyununu oynayarak elde edebileceği en iyi sonucu almaya uğraşmak. Peki Tayyip Erdoğan ne yaptı? İkinci şıkkı seçti, belki de zor olanı. Türkiye'ye döndüğünde yıpratıcı günler yaşayacağını, dış politikada yol alanın iç politikada kaybedeceğini bile bile... Bazı kesimler tarafından "Kıbrıs'ı sattı, sözünde durmadı" cümlelerini duyacağının bilincinde olarak... Lider olmak böyle bir şey galiba. Öyle herkesin harcı değil. Danimarka'nın meşhur denizkızı heykeline çarşaf giydirdiklerini gördüğümde (Üzerine "Türkler Avrupa'da mı?" diye yazmışlardı) ne kadar üzülüp "Yok artık, bu kadarı da haksızlık" dediysem Erdoğan'ın basın toplantısını izlerken o kadar gurur duydum. Toplu fotoğraf çekileceği zaman durması gereken noktayı işaret eden yerdeki Türk bayrağını kaldırıp danışmanlara vermesini de hoş duygularla seyrettim. Belki de ilk defa Amerikan filmlerinde görüp gücüne ve kararlılığına hayran olduğumuz başkanlar gibi bir başkanımız olduğunu şaşırarak fark ettim. Tayyip Erdoğan "Medeniyetler uzlaşmasını sağlayacağız" dedi. Barıştan bahsetti. "İstediğimiz her şeyi yüzde yüz alamadık ama başardık" diye ekledi. Başardık gerçekten de. Tayyip Erdoğan başardı.
*** Bugün yeni bir pazar. İnanın yepyeni. Türkiye için, bizim için, küçükler için... Moralim öyle iyi ki sormayın. Sanki bütün görüşmeleri ben yapmışım. Her şeyin daha güzel olacağını hissediyorum belki ondandır. Bugün pazar ve umarım siz de gülümsüyorsunuz. Filmdeki Amerikan Başkanı hangi şıkkı mı seçti? Tabii ki savaşı reddetti hem de bütün kurmaylarına rağmen. Kendi ekibinden hiç beklemediği tepkiler aldı, şaşırtıldı, aldatıldı ama sonunda sağduyu galip geldi. Lider olmak böyle bir şey işte... Belki pazarlık sırasında Tayyip Erdoğan da aynı sancıları yaşamıştır. Kim bilir?
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|