Zanalar'ın 'yeni' partisi
Leyla Zana, Orhan Doğan ve arkadaşları, dün Diyarbakır'da yeni bir partinin ilk adımını attı. Ne dünya yıkıldı, ne de gazeteler ilgilendi bu durumla. Zana ve arkadaşlarının ilk düşüncesi, parti kurmak değil "hareket" olmaktı. Ama nedense alelacele davrandılar. Daha önce kurulan tüm Kürt partileri gibi "Kürt partisi değil Türkiye partisi olmak istiyoruz" diyorlar. Fakat bu çok inandırıcı gözükmüyor. Vitrindekiler, geçmişte HEP-DEP-HADEP çizgisinden gelen isimler. Ortada "bu partilerin çizgisinde" yeni bir alfabetik kısaltma var. Türkiye için gerçek açılım sağlayabilecek bağımsız isimler, daha geniş bir yelpazeyi temsil edebilecek Kürt siyasetçi ve aydınlar sahnede gözükmüyor. Neden? Peki "devlet" olayı nasıl görüyor? "Devlet" denilen şey bütüncül bir yapı değil. Ama son haftalarda farklı kesimlerden siyasetçi ve bürokratdan edindiğim izlenim, "devlet" içinde kimsenin bu konuda ciddi bir endişesi olmadığı. Doğru, Ankara'da resmi ağızlardaki genel ifade biçimiyle, "Zana'lara büyük bir fırsat verildi" ama onlar "İmralı'dan kopamadı." Hatta kimilerine göre, bu yeni Kürt insiyatifinin asıl ekseni, "İmralı üzerinden Brüksel." Buna karşın kimse panikte değil. Birkaç demeç dışında "Eyvah devlet bölünecek!" diyen yok. Çünkü bürokraside yeni bir "özgüven" var. Çizgisi ne olursa olsun yeni bir parti veya imza kampanyasının "tehdit" oluşturduğunu düşünen az. Bazen üst düzey bir emniyet görevlisi ya da milliyetçi bir siyasetçiyle konuşurken, "rollerin" ne kadar değiştiğine hayret ediyorum. Karşımdakiler, Türkiye'de her zaman milliyetçi çizgide bir Kürt hareketi olacağını kanıksamış durumda. Buna karşın AB perspektifi olduğu sürece bu çizginin ancak Kürt nüfusun sınırlı bir kesimine hitap edeceğine, büyük çoğunluğun "mainstream" (merkez) partilere rağbet edeceğine inanıyorlar. Bir yetkili Herald Tribune'ü sorduğumda çekinmeden "Ne olacak? Ankara'da bile her gün 40-50 farklı imza kampanyası var" diyor. Yıllardır paranoyadan beslenen bir sistemin bu rahatlamaya ulaşması önemli. Peki bu özgüven nereden geliyor? Öncelikle Avrupa perspektifi. Genel kanı, Kürt nüfusun AB'ye ilerleyen bir Türkiye'den kopmak istemeyeceği yolunda. İkinci neden, yaşadığı sürece Kürt milliyetçi çizgiyi kendi bünyesinde barındıracak Abdullah Öcalan'ın hapiste oluşu. "Devlet," bu haliyle Öcalan'ı "tehdit" değil "fırsat" olarak görüyor. Sık sık unutulan bir diğer unsur, Güneydoğu'daki ekonomik rahatlama. Doğru veya yanlış, resmi hafıza, 90'lı yıllarda Kürt milliyetçiliğinin yükseliş dalgasını Güneydoğu'daki "ekonomik çöküş"e bağladı. PKK'yı "fakirliğin" bir türevi olarak gördü. Şimdiyse Güneydoğu yeniden zenginleşiyor. Ve daha da önemlisi, bürokrasi ve devletin bir çok kademesindeki akıllı insanlar, PKK'yla mücadele döneminin "yanlış" uygulama ve ideolojinin geride kalmış olmasından memnun. Devletin şefkatli ve kucaklayıcı olduğu sürece başarılı olacağının farkındalar.
|