| |
Nişan sonrası
Türkiye ile AB'nin ilişkileri, 1950- 60'larda gazetelerin değişmez haber konularından olan İzmirli armatör Aristotle Onassis ile diva soprano Maria Callas'ın uzatmalı ve lânetli aşkı gibiydi. Kavgası da bol. Küsüp barışması da. Çok şükür, Brüksel'de yüzükler takılıp ilişkimiz resmiyet kazandı da, Onassis-Callas aşkına benzer trajik son korkularımız sona erdi. Şimdi bir hayli heyecanlı geçen nişan töreninin tatlı yorgunluğu içindeyiz. Nişanlımızla ilk buluşmaya da daha 9.5-10 ay olduğuna göre, evlilik planlarına başlamadan önce birkaç günü Brüksel'deki törenin dedikodusuna ayırma lüksünü de kendimize tanıyabiliriz. Ancak karşı tarafta 10 yıl boyunca hemen her gün tekrarlanacak soruya cevap arayışları başladı bile: "Nişan evlilikle mi sonuçlanacak? Yoksa yüzükler atılacak mı?" Benzetmelerden arındırıp, Avrupa basınındaki ifadeyle anlatırsak, "Başlatılan sürecin geriye dönüşü var mı, yok mu?" Cevaplara, yorumlara bakarsanız, kafaları bir hayli karışık. Örneğin Hollanda gazetesi "Trouw"a göre, Türkiye artık AB'nin bir parçası, "Volkskrant"a göre de öyle. Fransız "Le Parisien" daha iddialı, "Avrupa'ya girdiler bile" diyor bizim için. Avusturya ve Belçika basını da aynı havada: Bu ilişkinin boşanmanın günah olduğu "Katolik nikahı" gibi birşey olduğunu düşünüyorlar. Gerçi arada Chirac'ın "Türkiye'nin katılımı AB için yararlı olur ama müzakereleri açma kararı otomatik üyelik anlamına gelmez" uyarısına can simidi gibi sarılanlar olsa da ağır basan görüş şu: Türkiye'nin üyeliğinin önünü kesmek, ırmağı tersine akıtmak kadar zor...
Model değil sadece örnek
Bu yorumlara bir diyeceğimiz yok. Hatta hoşumuza bile gidiyor. Ancak, "Türkiye'nin üyeli- ğinin AB'ye katkıları" tartışılırken, bir perspektifin gereğinden fazla ve yalan-yanlış öne çıkarılmasının "İmaj kargaşası"na yol açmasından çekiniyoruz: AB-Türkiye-İslam dünyası denklemi. Bir başka deyişle, Türkiye'nin üyeliğinin İslam dünyasına "Güçlü bir mesaj" olacağı değerlendirmelerinde, özellikle Avrupalı siyasiler ve kamuoyu aktörlerinin son derece dikkatli bir üslup kullanmaları gerektiğine inanıyoruz. Aksi halde Türkiye konusunda zaten "Cehalet" sınırlarında dolaşan Avrupa halklarının kafasının daha da karışması, bizi örneğin Suudiler, Sudanlılar, Yemenliler, hatta Faslılar ve Cezayirliler'le aynı görmeleri, bunun sonucu korkularının daha da kamçılanması tehlikesinden kaygı duyuyoruz. AB-Türkiye-İslam dünyasının denkleminin dayandırılacağı temel şu olmalı: * Evet, AB, Türkiye'nin üyeliğiyle Ortadoğu ve İslam dünyasında ağırlık kazanacak. Dinler barışı, uygarlıklar uzlaşması söylemlerinde daha inandırıcı olacak. Haçlı seferleri dönemi tortularının temizlenmesine daha çok katkıda bulunacak. * Evet, AB, Türkiye'nin üyeliğiyle Ortadoğu'ya ABD'nin Neo-Con politikalarından daha yumuşak, daha ılımlı, daha barışçı bir "kutup" seçeneği sunabilecek. * Evet, AB, Türkiye'nin üyeliğiyle sadece Ortadoğu'da değil, Orta Asya bozkırlarına kadar uzanan coğrafyada bile etkisini hissettirecek "jeostratejik güç" olacak. Ama, AB üyesi Türkiye, kesinlikle Ortadoğu'ya model olmayacak. Olamaz da. Bunun, ABD'nin İslam dünyasına demokrasi ihracı projelerinden veya değişim dayatmalarından farkı olmaz. Türkiye, Ortadoğu'ya ancak değişmelerinin, çağdaşlaşmalarının, demokratikleşmelerinin yararları ve olumlu sonuçlarına ilişkin somut bir örnek olabilir, o kadar. Hem sonra İsviçre gazetesi "LeTemps"ın yazarı Sylvie Arsever'in dediği gibi; Türkler'in ve Araplar'ın dinleri arasında dağlar kadar fark var. Türk İslamı galiplerin İslamı, Araplar'daki ise mağlupların..."
|