|
|
|
|
|
Filistin'in Mandela'sı
|
|
Arafat'ın yerine adaylığını koyan Mervan Barguti, Filistinliler'in yeni umudu. İsrail yasalarına göre 150 yılı hücrede geçecek ama o yine de Ortadoğu barışını İsrail işgalinin engellediğini anlatmak için FKÖ liderliğine aday oldu. Şimdi penceresiz hücresinde barış için dua ediyor.
Filistin'in Mandela'sı doğuyor
Ortadoğu'da gözler El-Fetih Örgütü'nün Batı Şeria Sorumlusu Mervan Barguti'nin üzerinde... İsrail operasyonuyla yakalanıp mahkum olan Barguti, Filistinliler'in en büyük umudu. O şimdi penceresiz hücresinden barış çığlıkları atıyor.
Kuruluşundan bu yana, yani 56 yıldır sürekli savaş halinde ve hep ama hep diken -daha doğrusu fitili ateşlenmiş bomba- üstünde yaşayan bir toplumun ruh halini merak edenler bence Efraim Kişon'u okumalı. Kişon, İsrail'in Art Buchwald'ı. "Buchwald da kim" diyebilecekler için bir başka referans verelim; Kişon, İsrail'in Aziz Nesin'i. İsrailliler'in günlük yaşamlarından kesitler aktardığı olağanüstü öykülerine büyülendiğim Kişon'un, her okuyuşumda ya da her aklıma gelişinde çok güldüğüm, ama savaşın anlamsızlığını insanın yüzüne, hatta beynine tokat gibi çarptığı için o kadar da sersemlediğim bir sözü var: "İsrail o kadar büyüüüük bir ülkedir ki, bir ucundan diğerine gitmek için iki saatinizi gözden çıkarmanız gerekir!"
İşte bu büyüüüük, hatta bugüne kadar vatanları olmamışların gözünde "uçsuz bucaksız" o ülkede yer alan üç kitaplı dinin kutsal kenti Kudüs'e 47 dakika (saatte 60 kilometre hızla giderseniz), Tel Aviv'e ise 39.5 dakika uzaklıkta (hızınızı 80 kilometreye çıkarırsanız ve kontrol noktalarında pek fazla kuyruk yoksa, 29' 17'' gibi alkışı hak etmese bile İsrailliler'in takdirle karşılayabileceği performansı yakalayabilirsiniz), Akabe Körfezi'nin Mısır'a yakın bir yerlerindeki Bat Şetleem kasabasında, yüksek duvarlarla ve çağımızın sağladığı bilumum teknolojik imkanlarla korunmuş cezaevinde bir "mahkum" yatıyor. 2x1.5 metrelik, penceresiz, gün ışığı girmeyen hücrede tek başına tutulan, 5 kez müebbet hapis cezasına çarptırılmış bir mahkum. Her müebbet için -İsrail yasalarına göre- ortalama 30 yıl desek 150 yılı o hücrede geçecek. Onun adı Mervan Barguti. Filistinliler'in Yasser Arafat'tan sonra en sevdikleri, en güvendikleri, başlarında görmek istedikleri isim.
Kusursuz İbranice konuşan Mervan Barguti'nin gücü ve sağlam kişiliği sadece İsrailliler'i değil, Filistin'in "ağır topları"nı bile korkutuyor
Ve yazının bundan sonrası asla ama asla espri, mizah kaldıracak gibi değil. 2000 yılında Filistin-İsrail barış görüşmelerinin kesilmesinden, hemen ardından da dönemin ana muhalefet lideri, günümüzün başbakanı Ariel Şaron'un Kudüs'teki kutsal El Aksa Camii'ne girmek (gerçi altında Babilliler'in yakıp yıktığı Yahudi tapınağının bulunduğuna inanılan avluda dolaşmaya kalkmıştı ama bir şey fark etmez) istemesiyle başlayan İkinci İntifada'nın ikinci yılında, 15 Nisan 2002 günü İsrail, Batı Şeria'nın (Museviler'in tarihi jargonuna göre Judee-Samarie), Ramallah kentinde Filistin direnişinin çok önemli bir liderini ele geçirdiğini açıkladı. Bu, FKÖ çatısı altında birleşen örgütlerin en önemlisi ve Filistin yönetiminin neredeyse tümüne egemen olan El-Fetih örgütünün Batı Şeria sorumlusu Mervan Barguti'ydi. Oslo Anlaşması'yla Filistin yönetiminin egemenlik alanına bırakılan bir bölgede yakalanmıştı. Üstelik de milletvekiliydi, dokunulmazlığı vardı. İsrail'in bu operasyonda kaç uluslararası anlaşmaya boşverdiğini varın siz hesaplayın. İsrail onu, İkinci İntifada'nın ateşini yakan kişi olarak görüyordu. Ve hayret, çok kolay "Ölü ele geçirebileceği" halde canına halel gelmemesi için olabildiğince özenli ve dikkatli davranmıştı.
Oysa İkinci İntifada'nın diğer önderlerinin pek çoğu onun kadar şanslı olamamışlardı. Eh, izninizle burada geniş bir parantez açmak farz oldu. (Batı Şeria'nın en eski, en köklü ve en saygı duyulan ailelerinden birinin oğlu olan Mervan Barguti, 6 Haziran 1959'da, sadece Filistinliler'in değil, tüm Arap aleminin utanç sayfası olan 6 Gün Savaşları'nın patlak verdiği 1967 yılının 6 Haziran'ından 8 yıl önce Ramallah'ın kuzeyine düşen Kobar köyünde dünyaya geldi. Çocukluktan delikanlılığa geçtiği yıllarda El-Fetih'e üye oldu. İlk kez 1978 Haziran'ında tutuklandı. Ve yoğun işkenceli sorgulamalarla geçen 4.5 yılını tüketti İsrail cezaevlerinde. O zor yılların iki yararı oldu; ana dili gibi İbranice öğrendi -İngilizcesi de kusursuz- ve üniversite öğrenimi için bilendi. Cezaevi çıkışı kendisiyle aynı köyden Fadva ile tanıştı. Hem birbirlerine gönül verdiler hem de birlikte üniversiteye hazırlandılar. Bir Zeit Üniversitesi'ne girdiler. Mervan tarih, siyasal bilimler ve uluslararası ilişkiler dalını seçti, Fadva ise hukuku. Evliliklerinden 4 çocuk dünyaya geldi. Barguti cezevine girdiğinde, en küçükleri kundaktaydı.
Mervan'ın liderlik yeteneği o yıllarda iyice uç verdi, üniversitede öğrenci birliğinin 3 yıl boyunca başkanlığını yaptı. 1985'te bir kez daha tutuklandı ve 6 ay sorgusuz-sualsiz demir parmaklıklar ardında tutuldu. 1987'de Birinci İntifada'dan kısa süre önce, işgale karşı grevlerin ve öğrenci gösterilerinin tırmanışa geçtiği günlerde yeniden tutuklandı. Daha sonra da Ürdün'e sınırdışı edildi. Bu, Cenevre 4'üncü Sözleşmesi'nin 49'uncu maddesinin pervasızca çiğnenmesi oluyordu. Çünkü o maddeyle, işgal güçlerinin, yani İsrail'in, işgal altındaki halkları topraklarından sürmesi, "insanlık suçu" anlamına geliyordu. Mervan Barguti, Ürdün'den o sıralar Arafat ve FKÖ yönetimine kucağını açmış olan Tunus'a gitti. Çok da yararlı oldu. Çünkü El Fetih'in anavatan ve sürgün örgütleri arasındaki ilişkileri güçlendirdi, İsrail'in işgal altındaki topraklarda izlediği politikalar üstüne verdiği derslerle FKÖ tepe yönetiminin ayaklarının yere basmasını sağladı.
İnançlı bir 'güvercin'di, umutlarını yitirince yırtıcı 'Şahin' oldu ve Filistin gençliğini peşinden sürükledi 1989'da El Fetih'in Ulusal Konseyi'ne seçildi. O güne kadar bu göreve getirilenlerin en genciydi. 1994'te, soruna İsrail'le görüşmeler yoluyla çözüm bulunmasını isteyenlerin başını çekti, Filistin'e döndü, Oslo Anlaşması'nı heyecanla karşıladı ve El- Fetih'in Batı Şeria sorumluluğuna atandı. 1996'da yapılan -Filistin tarihindeki ilk- seçimlerde Ramallah'tan milletvekili seçildi. Filistin Yasama Konseyi'nde, yani parlamentoda, Arafat'ın çevresinde yaygın olan yolsuzluğa karşı savaş açtı, ayrıca ekonomik ve sosyal adalet, insan hakları, kadın-erkek eşitliği gibi Filistin toplumunu dönüştürmeyi amaçlayan mücadelelerde hep ön saflarda yer aldı. Daha da önemlisi, İsrail-Filistin diyaloğunun mimarlığına soyundu. Knesset'te, yani İsrail parlamentosunda temsil edilen sağdan sola kadar tüm partilerin yöneticileriyle yüz yüze görüşüp Filistin-İsrail Parlamento Dostluk Grubu oluşturulmasına uğraştı.. İşte tam bu girişimlerin sonuç vermek üzere olduğu sırada İsrail ordusunun operasyonuyla yakalandı. Terörist damgasıyla. Daha da acısı "Filistin'in Bin Ladin'i" suçlamasıyla) Dosyasının hazırlanması uzun sürdü. Sorgusu da. Tabii fiziksel ve manevi işkence de. Sonunda onlarca İsrailli'nin hayatına mal olan 37 bombalı eylem ya da intihar saldırısını planlayıp talimatlarını verdiği iddiasıyla 14 Ağustos 2002'de yargıç önüne çıktı. İsrail akıllı davranmış, onu sivil bir mahkemede yargılamaya karar vermişti. Askeri mahkemeye gönderip kararı hukuken tartışmalı hale getirmemek için. Ayrıca uluslararası gözlemcilerin duruşmaları izlemesine de imkan sağlamıştı. Yargılamaya meşruiyet kazandırmak için. Kahverengi tutuklu elbisesiyle (Soykırım kurbanı İsrailliler neden kendilerini gaz odalarına gönderen cellatlarının üniformalarının rengini mahkumlarına dayatırlar; sosyolojik ve psikolojik olarak incelenmesi gereken bir konu) mahkemeye çıkarılan Barguti'nin ilk sözü, "İsrail topraklarımızdan çıkmadığı sürece rahat yüzü görmeyecek. İki ulusun güvenliği sadece barış ve işgale son verilmesiyle sağlanabilir" oldu. Ve kelepçeli ellerini havaya kaldırıp zafer işareti yaptı. Baş yargıç Tzvi Gurfingel, "Mahkemenin siyasi mitinge dönüştürülmesine izin vermeyeceği" uyarısı yaptı ama Barguti amacına ulaşmıştı bile. Ertesi gün Batı Şeria'nın tüm kent, kasaba ve köylerinde ve de mülteci kamplarında duvarlar Barguti'nin kelepçeli posterleriyle donatılmıştı. Hatta Filistin lideri Yasser Arafat bile bu posterle gazetecilerin önüne çıkmıştı. Sorgu celsesinden sonra duruşmalar 5 Eylül'de başladı. Barguti bu kez "Sizin beni yargılamaya yetkiniz yok" diye başladı, "Siz işgal mahkemesisiniz. Sivil olsanız bile askeri mahkemesiniz. Bir ulusun acılarına zerrece aldırmıyorsunuz. Hükümetiniz bir soykırım savaş yürütüyor. Ben ise iki ulusun özgürlüğü ve iki devletin bağımsızlığı için savaşıyorum" diye devam etti. Yargıçlardan Sara Sirota cevap verdi: "Barış savaşçısı çocukları canlı bombaya dönüştürmez ve insanları öldürmez." Bu yanıtla ortalık karıştı, Filistinliler'in saldırılarında hayatlarını yitirenlerin yakınları, İsrailli aşırı sağcılar ve Barguti yanlıları birbirine girdi. O arada Barguti'nin duruşmaya getirilen 3 çocuğu babalarına koşmaya kalktı. Sarılmak için. Güvenlik görevlileri engelledi. Ertesi gün gazetelerin ilk sayfalarını babalarını öpemeyen gözü yaşlı üç çocuğun fotoğrafı süslüyordu. Avukatları arasında onu "Modern çağların Musa'sı" diye tanımlayan bir Musevi'nin de bulunduğu Barguti'nin (tanık çağırma hakkını kullanmadı) yargılanması 2 yıla yakın sürdü. Savunmasını bizzat -hem de İbranice- yaptığı 6 Haziran 2004'teki son celsede "İsrail işgali birgün bitecek. Zaten can çekişiyor" diyen, "Yakında buradan çıkacağım" diye meydan okuyan Barguti, hakkındaki 26 suçlamanın 21'inden beraat etti ama kalan 5'inden 5 kez müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Karara tek cümlelik tepkisi oldu: "Eninde sonunda İntifada kazanacak." Sonra hücresine götürüldü. Arafat'ın son günlerini ve trajik ölümünü parmaklıklar ardından izledi. Ancak hücresinden bile Filistinliler'i yönlendiriyordu, örneğin İslami Cihad ve Hamas'ın üç aylık ateşkes ilan etmesini o sağlamıştı...
Şimdi Arafat'ın 1974'te BM'de dediği gibi, "bir elinde zeytin dalı, diğerinde Kalaşnikov ile" İsrailliler'in karşısına çıkarak "Tercih sizin" diyor.
Sonunda Arafat geçen ay Fransa'da bir hastanede son nefesini verdi. FKÖ, 9 Ocak'ta seçim kararı aldı ve "resmi" adayını da açıkladı: "Ebu Mazen" kod ya da savaş adlı Mahmut Abbas. Bir ılımlı. Beyaz Saray'da ağırlanmış ilk ve tek Filistin yöneticisi. Ve sadece Filistinliler'in değil, dünyanın gözleri Bat Şetleem kasabasındaki cezaevinde yatan kısa boylu, tombul adama döndü: Aday olacak mıydı? Kısa bir tereddütün ardından "hayır" dedi önce. Ancak üç hafta sonra, 2 Aralık'ta hem de adaylık başvurusu için sürenin dolmasına birkaç saat kala eşi Fadva Barguti aracılığıyla dilekçesini gönderdi. Karar değişikliğinin nedenini şöye açıkladı: "Şu son günlerde ABD, Avrupa ve İsrail yetkililerinin Arafat'ın ölümünün Ortadoğu barışı için bir şans olduğu yorumları yapmalarına müthiş içerledim. Çünkü böylece Arafat'ı ve Filistin halkının işgale direnişini terörizmle suçlayarak Ariel Şaron'un çizgisine gelmiş, onu tüm günahlarından arındırmış oluyorlar. Ben seçim kampanyasında barışı Arafat ve direnişin değil, İsrail işgalinin engellediğini anlatmak için aday olmaya karar verdim." Kamuoyu yoklamalarına göre, Filistin halkının gönlü ve oyu Barguti'den yana. İsrailliler ise "Barguti 150 yıldan önce cezaevinden çıkamaz. Belki iyi halden ötürü cezası 100 yıla indirilebilir" diyor ve ekliyorlar: "Onun katılacağı tek yarış, cezaevi avlusundaki koşular olabilir" Ancak genel kanı, yeni bir Nelson Mandela'nın doğmakta olduğu yönünde. Konunun bir uzmanının görüşüyle noktayı koyalım. Mandela'nın ülkesi Güney Afrika'nın en önemli gazetesi "The Star"da yine Güney Afrika'nın en iyi gazetecilerinden Alister Sparks bakın ne diyor: "Uzun yıllar boyunca, Güney Afrika'nın ırkçı beyaz rejimi de Nelson Mandela'yı terörist diye niteledi. Mandela da Afrika Ulusal Kongresi'nin (şimdi iktidardaki parti) barışçı çizgisini değiştirip silahlı mücadele başlattı. İkisi de yaşam boyu hapse mahkum edildi. Mandela gibi Barguti de cezaevindeki yıllarını düşmanlarını daha iyi tanımak çabasıyla değerlendirdi. Mandela da böyle olgunlaşmıştı. Nasıl bizim bir zamanlar silahlı mücadeleye son verilmesi için Mandela gibi sözü dinlenir lidere ihtiyacımız olduysa, bugün de Filistin halkına da silahlı adamlara söz geçirecek bir lider gerekiyor. O, Barguti'den başkası olamaz. Bush'un Şaron'a Frederic De Klerk'i (Mandela'yı serbest bırakan ırkçı beyaz yönetiminin son başbakanı) örnek göstermesi ve Barguti'ye özgürlüğünü vermeye ikna etmesi şart. Filistin-İsrail barışını ancak o gerçekleştirebilir. Teröristlerle hiçbir zaman masaya oturmama yemini edenler, onlarla sonsuza kadar savaşmaya mahkumdur."
|
|
|
|
|
|
|
|
|