|
|
GAF oloji
Galaya girerken mumların, kumaşlara çok yakın olduğunu fark ettim. İçimden "ya tutuşursa" diye geçirdim. Ama basiretim bağlandı. Hiçbir görevliye durumu bildirmedim. Bunun "hayatımın gafı" olduğunu nereden bilebilirdim?
NE DEMİŞ? Zifiri karanlıkta bir metre ötemdeki sarışın kız, annesine telefonda şöyle diyordu: "Seni çok seviyorum anne... Hatalarımı affet ne olur. Biz galiba birazdan öleceğiz..."
GAF KÜRSÜSÜ Bugün Gaf Kürsüsü'nde Türkiye'de insan hayatını hiçe sayan ve her faciada hatırlanıp, bir diğer faciaya kadar unutulan zihniyet bütün haşmetiyle oturuyor. (Bu arada olay sonrası Sabah'ta elimin isiyle yazdığım yazıda, değerli dostum, yapımcı Fatih Aksoy'un adını, o anın şartlarından kaynaklanan bir hatayla Faruk Aksoy olarak yazmışım. Düzeltir, özür dilerim)
BİZİM DECODER Belgesel izlememin, özellikle de felaketleri konu alan araştırma belgesellerine ilgi duymamın bu kadar işime yarayacağını bilmiyordum. Üç gün önce Reality TV'de Filipinler'deki otel yangınında insanların kurtulmak için neler yaptığını izlemiştim. Demek ki farkında olmadan "hayati" tedbirleri kafamın bir köşesine not etmişim. Alev kapanına kısıldığımda ilk yapmam gereken şeyin soğukkanlı ve mantıklı davranmak olduğunu biliyordum. İnsanlara yere yakın durmalarını, hatta çömelmelerini söyledim. Zira felaket belgesellerinden edindiğim bilgilere göre zehirli gazlar havadan hafifti ve tavanda yoğunlaşıyordu. Sonra cebimdeki mendili ıslatıp, yanımdaki kuzenime ağzını, burnunu kapatması için vermek istedim. Ama yangın fıskiyeleri çalışmıyordu. Oysa ıslak bezin zehirli dumana karşı belli bir ölçüde filtre görevi yaptığını yine belgesellerden öğrenmiştim. Fuaye kapısına uzak durmaya çalıştım. Zira yangının orada olduğunu biliyordum. Açılan kapının oksijen taşıyacağını ve yangını körükleyeceğini de öğrenmiştim. İtfaiyecilerin salondan ilk çıkardıkları kişilerden biri olmamı belgesellere borçluydum...
|