Karışık duygular
Aralık ya... Umutsuz bir umutla, "Noel Baba"nın 24'ünde değil de, bir hafta öncesinde gelmesini bekleyen çocuklar gibiyiz. Bir şey gelebilir ama torbasından çıkacak olanın mutlu etmeyeceğine dair sıkıntılardayız. Biz, kendimiz, biraz olgunlaşana kadar az "yaramazlık" yapmadık elbette. Uslu çocukların medeni dünyasına pek ait olmadık. Kenarında, kıyısında, sınırında, varoşunda, biraz müttefik, biraz pazar, biraz insan ve asker gücü olarak durduk. Bir zamanlar cenge, fethe gittiğimiz topraklardan sürülüp de Avrupa'nın Trakya'sı ile Asya'nın Anadolu'suna tutunduğumuzda da, inatla yine aynı yöne, bu kez "muasır medeniyet" diye gözlerimizi diktik.
"Zengin tarihin yoksullaşmış çocukları" olarak, biraz vakur, biraz ödlek, tam temkinli, Avrupa'nın ikinci büyük savaşına, faşizmine, nazizmine de, kurtuluşuna da bulaşmadık. Faşizmin, nazizmin ilham verdiği kanunları miras edindik yine de... Avrupa'yı kurtaranlardan da "çok partili demokrasi"yi, NATO'yu matoyu üstümüze geçirdik. O savaşın kaybedenlerinin zihniyetine benzer bir zihniyetle toplum yönetilirken, kazananlardan "komünist" olanlara karşı, kazananlardan "kapitalist demokrasi" olanlara hizmette kusur etmedik. Ne olduğumuzu da, ne olabileceğimizi de unuttuğumuz, her şeyden ve en çok kendimizden korktuğumuz nice yıllar idrak ettik. "Totaliter rejimler"i bağrından çıkaran Avrupa... 45 yıl arayla iki merhalede, savaşın hemen sonrasında ve "yıkılan duvar"ın hemen akabinde "demokratikleşirken", nereden nasıl geldiğini çabucak unutup bir "çürük diş kokusu" gibi bizden tiksinirken, etraftan ve kendimizden korkumuzla, çok can, çok enerji, çok birikim, çok zaman, epey akılfikir yitirmiştik zaten.
Bir süredir "us"lanmaya çalıştığımıza, "uyumlu" olduğumuza dair kanıtlar üretmekle meşgulüz. Kimi, "sessiz devrim" dedi. Öyle olsun. Hiç kötü olmadı. Belki daha da fazlasını yapar, insanların kolayca kurşunlanmadığı, bebeklerin kolayca açlıktan ölmediği, hakkın hukukun lütuf sayılmadığı günleri de buluruz. Lakin öyle bir an'a geldik çattık ki... Orada, sözde bugünün tarihini yazanlar, yakın ve uzak, çok uzak tarihin zihinsel zincirleriyle gelecek şekillendirmek istiyor. Zaman zaman övülen, pohpohlanan Türkiye, ülkemiz, Türk ya da Türkiyeli insanımız, onların "derin hafızası"nda, 1000 yıla yakındır Anadolulu, bir 500 küsur yıldır Avrupalı görünse de, kendi doğduğu değil, fethettiği topraklarda oturan tek Avrupa ülkesidir! Bu derin hafızayı, "günün gerçekleri"nin yıkıp geçmesi hala zordur. O yüzden, 17 Aralık'ta beklediğimiz, inanışa göre kendisi de bu topraklarda doğma "Noel Baba", sırtında torbasıyla gelecekse bile, bir elinde de, Ren geyiklerine salladığı kırbacı yüzümüze, sırtımıza doğrultacak. Kimimiz için yüreğiyle birlikte tam bir araya sıkışmışlık hadisesi. Kendi hukuksuzluk geleneğine ricat korkusu ile Avrupa'nın takoz haksızlığına tepkinin harmanlandığı bir kavşak. Bu ülkenin kendi içindeki haksızlıklarla, acılarla, baskılarla en fazla dertlenmişlerin, bir "demokratikleşme, hukuklaşma, çok kültürlüleşme" sürecine en çok sevdalıların, kendi marifetimiz haksızlıkların sona ermesi için en çok heyecanlananların bile.. "Küstah bir Noel Baba"ya "hastir" çekesi geldiği bir an.
|