| |
Avrupa değerleri buysa...
Türk halkının AB üyeliğine desteği son iki yılda sürekli artış gösterdi. Son kamuoyu araştırmasının verilerine göre, neredeyse her 5 Türk vatandaşından 4'ü AB'ye katılım yanlısı. Ancak şu sıralar bir anket yapılsa, bu kadar yüksek oranın çıkacağından kuşkuluyuz. Çevremizde gözlediğimiz görüş değişiklikleri bize ciddi ipuçları veriyor. O kadar oynadılar, "ikiyüzlülük" sınırlarında o kadar dolaştılar, "söz"ün değerini o kadar düşürdüler ki, toplumun hiç de azımsanmayacak kesiminde umudun yerini bezginlik, iyimserliğin yerini derin bir düşkırıklığı aldı. Daha önemlisi, "Avrupa'nın değerleri"nden kuşku duyulmaya başlandı. Sırtımıza saplanmak istenen hançerlerden sadece iki örnek vereceğiz.
Kıbrıs pişkinliği AB Komisyonu'nun 6 Ekim'de açıklanan Türkiye İlerleme Raporu'nun eki Genişleme Strateji Belgesi'nde "Kıbrıs'ta çözümsüzlük Türkiye'nin üyelik sürecine ciddi engel oluşturur" ifadesi yer aldı. Komisyon'un genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen bu ifadeyi yorumlarken, "Kıbrıs sorunu ile Türkiye'nin katılım hedefi arasında bağlantıyı bilinçli olarak koyduklarını ve bu şekilde siyasi mesaj verdiklerini" vurguladı, hemen ardından da ekledi : "Ancak Kıbrıs, müzakerelerin açılması kararı için önkoşul değil." Hükümet de bu söze güvenerek pozisyon aldı; "Konunun 17 Aralık'tan sonra, yani müzakere sürecinde masaya getirilmesi" gibi gerçekçi, makul ve AB hedefi ile ulusal çıkarlar arasındaki dengeyi gözeten bir taahhütte bulundu. Şimdi, Brüksel zirvesine bir hafta kala, dönem başkanlığını yürüten Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkenende'nin "Türkiye, 17 Aralık'tan önce Kıbrıs'ın tanınması konusunda mutlaka bir adım atmak zorunda" demesi, "Türkiye'ye yeşil ışık yakmak için bunu zorunlu görüyoruz" diye gözdağı vermeye kalkması, Kıbrıs'ı açıkça "önkoşul" yapması "Avrupa değerleri" ile ne kadar bağdaşıyor acaba? Başbakan Erdoğan bugün Ankara'ya gelecek Balkenende'den bunun yanıtını istemeli.
Dürüstlüğe bakın Gelelim ikinci örneğe. Malum; Almanya'da ana muhalefet Hıristiyan Demokratlar, iki yıl boyunca Türkiye'nin AB üyeliğine karşı kampanya yürüttüler, "İmtiyazlı ortaklık verilsin" diye bastırdılar. Kızdık ama Hıristiyan Demokratlar'ın lideri Angela Merkel'in sözüyle rahatladık. Çünkü gerek Ankara'yı ziyaretinde, gerekse AK Parti heyetiyle Almanya'da yaptığı görüşmede, "Müzakerelerin tam üyelik amaçlı başlatılması kararı alınırsa, iktidara gelince bu taahhüte ve hedefe saygılı olacağız" dedi. Peki şimdi ne görüyoruz? Hem görüş değiştirmişler, hem de taktik: 17 Aralık'ta müzakerelerin başlatılması kararı verilirse verileceğine inanıyorlar2006'da iktidara geldiklerinde görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasını sağlayacaklar. Böylece Türkiye imtiyazlı ortaklığa razı edilecek. Merkel ve arkadaşlarının "siyasal dürüstlüğü" bu kadarmış. İçiniz karardı ama daha Avrupalı sosyalistlerin lideri Paul Nyrup Rasmussen'in "Eğitim-Sen'in kapatılması davası geri çekilmezse müzakerelerin başlatılması kararı alınmasın" koşulu var. Yunanistan'ın, Uluslararası Adalet Divanı'na gidilmesini kabul etmemiz koşulu var. Müzakereler başarıyla bitse bile, o tarihte, yani 10-15 yıl sonra AB'nin yeni üyeleri sindirme kapasitesi olmazsa kapıda tutulmayı şimdiden kabullenmemiz koşulu var... İnsanın "İnceldiği yerden kopsun" diyesi geliyor...
|