| |
|
|
Müzakere süreci hepimizi çok yoracak!
Takıntılı, saplantılı, sabit fikirli veya önyargılı olmak mümkün.. Kolay da. Herhangi bir konuda, ya yaşadığınız bir deneyden, ya çoğunluğun da paylaştığı kanılardan, yahut belirli bir zamanda duyup ezberinize giren bir bilgiden esinlenerek, siz de saplantı sahibi olabilirsiniz. Size göre de kesin doğrular ve kesin yanlışlar olabilir. Hatta hoşgörülü davranmak için, bunları seslendirirken, insaf parantezleri de açabilirsiniz. Örneğin sağ görüş sahibi iseniz, "Nazım Hikmet komünistti, ama büyük bir şairdir" dersiniz. Veya solcu iseniz, "Siyasal eğilimi tartışılsa da Necip Fazıl büyük şairdir" diye, sanatla siyaseti ayıracak bir beyinsel olgunluğa sahip olduğunuzu vurgulamak istersiniz. Böyle cümleler çok sık tekrarlanır: - Kadınla erkek teoride eşittir. Ama benim kadınım evde oturmalıdır. - Demokrasi kutsaldır. Ama ordu olmasa siyasi partilerin ne yapacakları belli olmaz. - Türkler tarihin en eski, en kültürlü, en ileri milletidir. Ama Avrupa Birliği'nin hukuk ve demokrasi anlayışı, bizim için henüz lükstür. Sanmayın ki sade sosyal yaşama ve siyasete dönük bakış açılarında bu tür yaklaşımlar var. Hukukta, ekonomide olduğu gibi, tıp gibi, kimya gibi müspet ilim dallarında da belirli dönemlerde kalıplaşmış inançlara tanık olunur. İki gün önce Herkül Millas'ın bir yazısından alıntı yaparak "Paradigma" konusuna değinmiştim bu sütunda: - Toplumlar ister inanç ve mitoslarını, ister 'bilim' sistemlerini olsun (anlaşarak ve birbirlerini teyit ederek) aralarında bir 'tutarlılık' sağlayacak biçimde oluştururlar. Kuhn bu görüşlerin bütününe 'paradigma' demişti. Artık paradigmaya yöneltilecek her tür eleştiri sağır kulakların aşılmaz duvarıyla, ya da sistemi savunmaya hazır inançlı taraftarların sözde 'mantıklı' ısrarıyla karşılaşacaktır.. Amerikalı düşünür Thomas Kuhn'un ünlü eseri "Bilimsel Devrimlerin Yapısı"nda (The Structure of Scientific Revolutions, 1962, University of Chicago Press) seslendirdiği bir tez var. Buna göre, bilimsel devrimleri, paradigmanın dışındakiler yapıyor. Yani insanlığın bilimsel aşamaları bilginin birikimine değil, belirli bir dönemdeki bilgilere karşı beyinsel devrimlerin gerçekleşmesine bağlıdır. Her bu tür devrim ertesinde dünya görüşleri değişir ve yeni paradigmalar oluşur. Bizim bilim dünyamızın bu tür bir devrime ne kadar ihtiyacı var bilemiyorum. Çünkü gelişmiş dünyadaki değişim, bizim müspet bilim dallarımıza da, ekonomimize ve hukukumuza da kısa sürede yansıyor. Yani "Türk Malı" denilebilecek özgünlükte bir "Bilimsel Paradigma"mız galiba yok. Ama sosyo-politik dünya görüşümüz kalıplaşmış ve su sızdırmaz bir yapıda. Ortadoğululuk, İslam, Batı hayranlığı, Batı düşmanlığı, Osmanlı'ya özlem, Osmanlı'dan nefret, üstünlük kompleksi, aşağılık kompleksi, dünyaya uyum, dünyaya uyumsuzluk, misafirperverlik, yabancı düşmanlığı, eşitliğe özlem, güçlüye teslimiyet, demokrasiye sevgi, oligarşiye saygı, v.b. Bizim paradigmamızı, birbirleriyle çelişen sayısız niteliklerimiz oluşturmakta. Bunların dışında kalan evrensel gerçeklere ya kızıyoruz, bazılarının başına "Sözde" kelimesini ekleyip yok sayıyoruz, bazen de bunların seslendirildiği forumlara "Zaten onlar Türk düşmanı" diyoruz. Avrupa Birliği ile müzakere süreci, bizim paradigmamız için beklenen ve gerçekleşmesi gereken devrimin habercisidir. Bu süreçte, siyaset ve düşünce hayatımızın sofrasının ana yemeği olan "Temcit Pilavı"nın yerine, taze besinler gelecektir. Ama eskiye alışmış beyinsel mideler, bu yeni besinleri ne kadar kolay kabul eder, bilemeyiz.
|