Bebek umutlar
Bir şeylerin, gecikerek de olsa, patinaj yaparak da olsa işlediğine dair alametler var. Şerden doğma hayırlı alametler. Yalan ve korkunun, sümenaltının her daim hüküm süremeyeceğine; kendinden coğrafi, kültürel, etnik, sınıfsal olarak uzak bulunanın hepten ırak kalamayacağına dair alamet ve ihtimaller. Yönetenlerin, hukukun, parlamentonun, medyanın üç maymunu oynamayabileceğine... Maymunlaşılmazsa, hukukun, adaletin ve huzurun, "bu ülkeye aidiyet"in tesis edilebileceğine dair umutlar.
*** Dün Yenişafak'ta, bir ara bir üniversite bünyesinde "medyayı didikleyen" bir web sitesi olarak harika işlev görürken, canı sıkılan büyük bir medya grubunun baskısıyla kapatılan "Medyakronik"ten doğma "Kronikmedya" iyi bir karşılaştırma yapmıştı. Neredeyse dört yıl önce, Silopi'de gözaltına alındıktan sonra iki kişi kaybolmuş, kaybedilmiş... Sağda solda cılız kalan haber ve yazıların dışında, büyük medya olayla ilgilenmemiş, ilk ilgisi bir ay sonrayı bulmuş, muhtemelen sonra da kesilmişti. Dört yıl... Ve o iki insan, hep kayıp oldu! Bu kez "Kızıltepe'de baba Ahmet'e 8, oğlu Uğur'a 13 kurşun" birkaç günlük tereddüdün ardından, bir hafta sonunda "medya, hükümet, Meclis gündemi"ne girdi. İlk birkaç günün sağırlığı, körlüğü, sessizliği... Tabiri caizse, genlere işlemiş maymunluğu çok sürmedi. Gazeteciliğin gerçekler adına sorumluluğu umarım idrak edildi. Arşiv önüme düşüyor: Benzer isimler, benzer duyarlılıklar. Silopi'de de, Kızıltepe'de de, hukuk, gerçek, gazetecilik adına ısrar etmiş olanlar. O zaman başka bir gazetede, "Dipsiz Kuyu" mesela, Silopi kayıplarıyla dertlenmiş. Kiminin anlamak istediği gibi... Bu ne "teröre, güvenlik güçlerinin öldürülmesine duyarsızlık", ne "tek taraflılık", ne de hukuk ve gerçek adına bir "linç arayışı". "Güvenlik gücü"nün, "mücadele ettiği terörist" gibi davranamayacağına, suçun, suçlunun peşine intikam, kin ve infaz güdüleriyle düşemeyeceğine, şüphelenilen suçla orantısız cezaların kafadan ve namluyla kesilemeyeceğine, suçla mücadele ederken bir halkın, bir yörenin toptan zanlı ve suçlu sayılamayacağına, "devletin güvenlik gücü"nden ziyade "kamunun, halkın güvenliği" kavramına dair bir hassasiyet. İnanıyorum ki, Türkiye ancak bu hassasiyet temelinde "herkesin Türkiyesi" olur.
*** Geçen birkaç satırına yer verdiğim, hiç görmediğim ama bildiğim, "Doğu'yu tercih etmiş genç doktor Murat", yeni bir mektupla "Uğur'un ölümü"nden "umudun doğuşu"na taşıdı beni: "Umur abi, size bir ağlama hediye etmek istiyorum. Bugün, bir aylık, 1200 gram kaybederek 2500 grama düşmüş, çok çok üşümüş, çok çok acıkmış bir bebek getirdiler. İsimsiz ve kayıtsızdı. Kalbi atıyordu ama dakikada üç, beş kez. Üşümekten, açlıktan bu devirde bebek ölebilir mi? Burada ölüyorlar. Çok uğraştık hemşirelerimle. Isıttık, soluttuk. O ince çizgide gitti, geldi. 2 saat sonra gözlerini açtı, ağladı. İnsan bebek ağlamasına da gülüyor işte. Ölmedi, en azından şimdilik. Yolunu çok şey gözlüyor belki. Başka hastalıklar, yokluklar, ölümler. Umarım ki, bebek 12 yaşına geldiğinde, en azından açlığı ve yaşından çok kurşunla öldürülen çocukları konuşmuyor oluruz. Bu sefer bu bebek adına umutlu olalım. Siz kuyudan, biz kuytudan, mücadeleye devam. Bir hafta yazdınız, yazdınız, duyurdunuz Uğur'u. Başkaları da yazdı. Gördüler. Ben şimdi bu ağlamayı, Uğur adına da, size armağan ediyorum. Çabalarınız ve gazetecilikten önce, insanlığınız için."
|