Ankara-Washington fay hattı
Türk kamuoyunda ve hükümette Felluce olaylarından dolayı ABD'ye duyulan tepkinin dışavurumu, geçen hafta boyunca kapalı kapılar ardında, Türk-Amerikan ilişkilerinde gergin anlara neden oldu. Başbakan Erdoğan'ın Felluce'de ölen direnişçilere "şehit" demesiyle başlayan gerilim, son olarak TBMM İnsan Hakları Komisyon Başkanı Mehmet Elkatmış'ın "s" lafını kullanarak Washington'ı " soykırım " ve " Felluce'de atom bombası " kullanmakla itham etmesiyle doruğa ulaştı. Konunun Ankara ve Washington'da nasıl algılandığına değinmeden önce, genel bir tespit: Elli yıllık geçmişe rağmen bundan sonraki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin "kırılgan" ve minik krizlerle dolu olacağı ortada. Nedeni basit: "Büyük resim" değişti. Ne ABD eskisi gibi Türkiye'ye "muhtaç," ne de Türkiye ABD'ye. Türkiye, Soğuk Savaş boyunca Sovyetler'e karşı "cephe ülkesi" olarak, doksanlı yıllarda da "Saddam'ı frenlemek" amacıyla Washington için "olmazsa olmaz" müttefiklerden biriydi. 1 Mart tezkeresi ve Saddam faktörünün ortadan kalkmasıyla Bill Clinton'un "stratejik dostluk" dediği ilişkinin "strateji" ayağı zayıfladı. Her ne kadar 11 Eylül ve Irak'taki Amerikan varlığı nedeniyle, Türkiye "Amerikan çıkarları" açısından "kritik" bir dost olmaya devam etse de, artık "olmazsa olmaz" değil. Ankara açısından da durum böyle. Avrupa perspektifi Türkiye'ye yeni bir güven, Washington'a alternatif yeni eksenler kazandırdı. (En azından bazı çevrelerde böyle bir niyet var.) Ankara açısından "mutlu bir beraberlik" önünde açık engeller var: Irak'ın yeni yapısı, Washington'un PKK konusundaki ilgisizliği ve Kuzey Irak'ın geleceği. Bu konular gündemden düşmeyecek. Ayrıca "halkın sesi" olma iddiasındaki AK Parti, Felluce konusunda kamuoyundaki infiali yansıtmayı "demokrasi görevi" olarak algılıyor. Parti içinde, uzun vadede Avrupa perspektifinin Türkiye'yi "İsrail ve Amerika'dan kurtaracağı" hesabını da yapanlar yok değil. Tüm bunlar varken, ikili ilişkilerdeki minik krizler şaşırtıcı değil. Amerikalı yetkililer, Başbakan Erdoğan'ın Dick Cheney ile telefon görüşmesinin basına yansıma şekli (Erdoğan, Cheney'i azarlamış gibi) ve Felluce'de yaşananlarla ilgili "Müslüman dünyası bir şeyler yapmalı. Türkiye bunun bayraktarlığını yapmalı" sözlerine duydukları tepkiyi çeşitli kanallarla ortaya koydu. Ankara bu çıkışların haklı olduğu görüşünde. Yine de Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Roma gezisi sonrasında devreye girerek ikili ilişkilerde tırmanan tansiyonu düşürmeye çabaladı. Peki gelecekte de sık sık göreceğimiz bu gerilimin Türkiye'ye faturası ne? Ya Washington'a? Somuta indirgemek için erken. Örneğin, Washington, Erdoğan'a kızdığı için Türkiye'ye olan desteğini çekecek ya da IMF vanasını kesecek değil. Hükümetin alternatifsiz olduğu, antiAmerikanizm'in AKP ya da siyasal İslam'la ilintili değil, toplumun birçok kesiminde görüldüğü Amerikalılar tarafından da yapılan tespitler. Üstelik kim kızarsa kızsın, Türkiye Ortadoğu'nun geleceği için tek geçerli model, tek umut olmaya devam ediyor. Buna karşın yaşanan sıkıntılar bu evliliğin bitmese de gittikçe soğuduğunu apaçık ortaya koyuyor. Washington'da Ankara'ya yönelik eski heyecan yok, daha özensiz bir tutum var. Örneğin, Amerikan yönetimi önümüzdeki nisanda yeniden Kongre'ye gelecek Ermeni soykırımı tasarısını durdurmak için devreye girer mi? Emin değilim. Son aylarda Türkiye'deki iktidar partisinin İslami referansları, garip bir biçimde Washington'da bazı çevrelerin gözüne daha çok batıyor. Aynı şekilde ABD'nin İncirlik'in yeniden yapılandırılması taleplerini nazikçe geri çeviren Ankara da, bundan sonra Irak bazında gelebilecek taleplere çok sıcak değil. Fikren, İran'ın nükleer programı konusunda Batı kampında olsa da, ruhen başka yerde. İsrail, Büyük Ortadoğu, Irak'ta seçimler gibi konularda da "isteksiz ortak" olduğu söylenebilir. Yelkenini Avrupa'ya doğru açan Türkiye'nin Washington'la ilişkileri, tam bir fay hattı.
|