 |  |
Mesih Paşa'nın ataları
Adalet Bakanı Çiçek'in "Entel fitne" dediği "Azınlıklar Raporu"nun yol açtığı "Üst kimlik" polemiği olanca hızıyla sürerken, Fransa Cumhurbaşkanı Chirac sayesinde gündemimize bir de tarihi ve kültürel kimlik sorgusu giriverdi. Chirac'ın Türkiye'nin Avrupa tarihi ve coğrafyasının ayrılmaz parçası olduğunu belirtmek amacıyla ortaya attığı "Hepimiz Bizans'ın çocuklarıyız" iddiasının en az Baskın Oran'ın raporu kadar gürültü koparacağını görmek için uzman ve tarihçilerin tepkilerine bakmak yeterli. Kimi "Osmanlı Devleti, Roma toprakları üzerinde kuruldu ama benzerliği yok" diyor (Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu). Kimi tam tersine "Bizans'ın mirasçısı olduğumuzu" söylüyor (İstanbul Üniversitesi Bizans Sanatı Bölümü'nden Doç. Dr. Asnu Bilban Yalçın). Kimi "Bizans'tan birtakım şeylerin Osmanlı'ya sızdığını, örneğin Bizans sarayındaki teşrifatların aynen alındığını, ancak geniş anlamda Osmanlı ve Türkiye'nin Bizans'ın mirasçısı olmadığını" düşünüyor (Prof. Dr. Semavi Eyice). Kimi ise "Osmanlı, Müslüman olmuş bir Bizans'tır" diyecek kadar iddialı konuşuyor (Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Niyazi Öktem).
Chirac'ın özel ilgi alanı Önce Chirac'ın amatör bir Bizans-Osmanlı uygarlıkları uzmanı olduğunu belirtelim. Bu konuya öyle meraklı ki, bilimsel araştırmalara can-ı gönülden destek veriyor. Örneğin 19-25 Ağustos 2001 tarihlerinde Paris'te yapılan 20'nci Uluslararası Bizans Araştırmaları Kongresi, onun himayesinde gerçekleşti. Hatta o kongrede Fransız Ulusal Kütüphanesi, Bizans imparatorluk hazinelerinden gelen -hiç kuşkusuz 1200'lerde Latinler'in İstanbul'u işgalinde götürüldü- dini metinleri ilk kez dünyaya açıkladı. Sadece İstanbul değil, Anadolu ve Rumeli de lebaleb Bizans mirasıyla dolu olmasına rağmen, bu toprakların bizden önceki sahipleriyle ve Osmanlı'ya etkileriyle ilgili araştırmalar ne yazık ki, yakın zamana kadar bir avuç tarihçinin çalışmalarıyla sınırlı kaldı. Halil İnalcık, Ömer Lütfü Barkan, Fuat Köprülü gibi. Listeye Niyazi Berkes ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi sosyalist araştırmacıları ve Türkiye'de öğretim üyeliği yapan Heath Lowry gibi yabancı tarihçileri de ekleyebiliriz.
Fatih ve Beyazıt'ın sırları Tartışmalara katkı amacıyla bu değerli kaynaklardan birkaç bölüm aktaralım. Halil İnalcık, "Osmanlı, Bizans'ın devamı mı" konusunda şöyle diyor: "Fatih, İstanbul'u fethedince kendisini eski Roma imparatorları konumunda görmeye, Doğu Roma İmparatorluğu'nun mirasçısı kabul etmeye başladı ve Kayser-i Rum ünvanını aldı. Ölmeseydi Roma'yı da alacaktı. Şartlar oluşmuştu." Bir alıntı da Heath Lowry'den: "Osmanlılar'da çok pragmatik bir anlayış var. Yönetimin yakınında gayrimüslimleri görüyoruz. Mesela 15'inci yüzyılın ikinci yarısında, 2'nci Beyazıt'ın sadrazamlarından Mesih Paşa, son Bizans İmparatoru Konstantin'in erkek kardeşinin oğluydu. Bu ne demek? Hâlâ orada kalan halkta bir Bizans nosyonu varsa kime bakacaklar; son imparatorun ailesine değil mi? O kadar büyük güven var ki Osmanlılar'da, o adamı kendi sadrazamı yapıyor." Günlerce yazsak, bu konu bitmez. Örneğin türbanın klasik biçimi, yani annelerimizin başlarını örttükleri eşarp bize Bizans'tan geçti. Aynı şekilde, klasik Türk müziğinin kökeni de Bizans. Ah unutuyorduk; rakıyı da Bizanslılar'a borçluyuz. İlk anasonlu içki İsa'dan sonra birinci yüzyılda İznik'te üretildi. Ve kısa sürede tüm Akdeniz'e yayıldı. Biz "rakı" diyoruz, Ortadoğu ülkelerindeki adı "arak", Yunanistan'da "uzo" ve "mastika", Ermenistan'da "ori", İspanya'da "anis." Fransa'da bile üretiliyor. Marsilya'da iki rakı fabrikası var. Birinin markası "Duze Rakısı." Diğerini tahmin bile edemezsiniz: "Chirac Rakısı!" Ortak Bizans mirasının şerefine...
|