AB, Ulla gibi batmadı...
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin dünkü sohbet toplantısında anlattığı Ulla gemisinin İskenderun Limanı'ndaki batış hikayesi Türkiye'de işlerin nasıl yürüdüğünü açıklığıyla ortaya koyuyor. Geminin zararlı madde taşıdığı bilgisi 29 Mart 2000'de Çevre Bakanlığı'na ulaşıyor. Kamunun bütün kurum ve kuruluşları, geminin bir an önce Türk karasularını terk etmesi gerektiği konusunda 4.5 yıl boyunca hemfikir oluyor. Sorun da bu aşamada ortaya çıkıyor. Fikir birliğine, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın tüm uğraşına rağmen gemi bir türlü limandan çıkarılamıyor. Her kurum bir tarafından çekiştirip pişmiş aşa su katarak işi olmaza götürüyor. Sürekli aynı senaryo oynanıyor, kirliliğin kendisini, çocuklarını torunlarını etkileyeceğini bilen gemideki malın sahibi dahil herkes birbirine çelme takıyor. Bakan Osman Pepe bu durumu, "Maçı kazanmak üzere olan takımın topu sürekli taca atmasına" benzetiyor. Sonuçta gemi batıyor ve çevre kirleniyor... Kirlenen çevre olunca da suçlu bulunuyor; Çevre ve Orman Bakanlığı... İşaret parmakları Bakanlığın kapısına dayanıyor. Oysa, bunu yapanların gemi batana kadar her türlü gelişmeden haberleri olmasına rağmen kılları kıpırdamıyor. Aksine, geminin karasuları dışına çıkarılması veya limbo (malın bir başka gemiye aktarılması) gündeme geldiği anda engellemek için başta yargı olmak üzere birçok kişi el birliği yapıyor.
Turnusol gibi Pepe'yi dünkü sohbet toplantısında dinlerken, geminin batış süreci ile Türkiye'nin AB'den müzakere tarihi almak gösterdiği uğraşın birbiri ile nasıl örtüştüğüne de tanıklık ediyoruz. Türkiye son yıllarda AB'den müzakere tarihi almak için büyük efor gösterdi. Anayasası da dahil olmak üzere, hayal dahi edilemeyen değişikliklerin yer aldığı 8 reform paketini Meclis'ten geçirip uygulamaya koydu. Bu uğraşta Adalet ve Kalkınma Partisi'nin emeği üst düzeyde oldu. Sonuçta, yürütme ve yürürlük maddesine kadar Meclis Genel Kurulu'ndan geçmiş olan Türk Ceza Kanunu'na zina suçu maddesi eklenip eklenmemesine takılıp kaldı. Bu süreç Türkiye'deki kamuoyunun davranış kalıbını da turnusol kağıdı gibi ortaya koymaya yetti. Özellikle de aydınların... AKP'nin, AB sürecini zina meselesine sıkıştırmasının gizli bir sevinci yaşanmaya başlandı. Neredeyse AB müzakere tarihi vermese bundan mutluluk duyulacak hava estirildi.
Fırsatçı ispiyonculuk Hatta, daha ileri adımlar atılıp, AB'ye, "TCK yetmez, başka eksikliklerimiz de var, şunları da ekleyin" denilen bir sürece tanıklık edildi. Aynen Ulla gemisinde olduğu gibi, AB'den müzakere tarihi alınmazsa, bundan zarar duyacaklardan birinin de kendisi olduğu gerçeği bir kenara itildi. Fırsatçı ispiyonculuk hastalığı yine hortladı. AKP de bilerek veya bilmeyerek buna zemin hazırladı. AB konusunda iki yıldır büyük gayret gösteren olmasına rağmen modern anlamda karar alma sürecini çalıştıramadığından sıkıntıya düşen parti oldu. Hükümet kendini anlatmakta zorlandı. Sonuçta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün Brüksel'deki görüşmelerinde TCK'nın pazar günü zina maddesi eklenmeden çıkacağı açıklamasıyla AKP de rahatladı.
Baykal: Mutabakat yok İskenderun'da Ulla gemisinde yaşananlar, AB sürecinin başına gelmeden kriz son buldu. Sadece AKP değil, 20 gündür piyasaları allak bullak olan Türkiye de rahatladı. CHP lideri Deniz Baykal da dünkü sohbetimizde bu duruma değindi: "Baştan şartları iyi okuyamadılar. Daha vahim bir noktaya gelmeden sorunun çözülmesi iyi oldu..." Baykal'a göre yaşanan süreç bazı tortular da bıraktı. Bunun başında da "inandırıcılık" geliyor. CHP lideri Baykal TCK'nın pazar günü Meclis'te kabul edilmesiyle, 17 Aralık'taki AB zirvesinden tarih alınmasının kesinleşeceği inancında. Daha önce AKP ile varılan TCK'nın 184 ve 125'inci maddelerinde, yeniden görüşme ile değişiklik yapılması konusundaki mutabakata gelince; Baykal, bu konuda tavrını dün net koydu: "Bizim için son iki yürürlük maddesi geçerli. Onun dışında bir müzakeremiz ve mutabakatımız olamaz..." Yaşanan sürecin CHP'de bıraktığı tortunun sonucu bu oluyor.
|