Güçsüz halkların en uzun yüzyılı (II)
Osetya olayları sonrası Rusya da, ABD'nin 11 Eylül olayları sonrasında yaptığı gibi teröre karşı "önleyici müdahale"de bulunacağını ilan etti. Bu, herhangi bir terör saldırısına uğramadan, fiili ya da potansiyel terör unsuru görülen yerlere "saldırmayı" ve seçilen hedefleri "imha etmeyi" içeriyor. Buna "adı konmamış savaş" da diyebiliriz. Irak savaşı öncesinde bu doktrine "direnen" Rusya'nın, şimdi bu yöne kayması çok ciddi bir durumdur... "Önleyici saldırı doktrini"ndeki en temel mantık kırılması şudur: Herhangi bir terör eyleminden yola çıkılarak sınırsız güç kullanma, deliller tam oluşmadan sadece istihbarat veya "şüphe" üzerine "saldırma" hakkını ilan etmektir. Bunun anlamı tüm dünyanın savaş alanına dönmesidir. Böylece savaş kavramı ciddi bir "mutasyon"a uğramakta ve devletlerarası olmaktan çıkarak eksenler arası bir boyuta taşınmaktadır. Üstelik bu savaşın kuralı yoktur. Çünkü, "şüphe" tek başına delil seviyesine yükseltilmektedir. Ayrıca güç kullanma kararı sadece "güçlünün güçlü olmasından" kaynaklanan bir karardır. Bu karar mekanizmasında "meşruiyet" kavramına yer yoktur. Üstelik herhangi bir eylemi gerçekleştirenlerin etnik ya da dini kimliklerinden veya ait oldukları coğrafyadan yola çıkılarak bir halkın, dinin ya da medeniyetin topyekun hedef gösterilmesi mümkün olmaktadır. Dolayısıyla bu süreç güçlü olmayı haklı olmanın tek ölçüsü haline getirmekte ve güçsüz olanların haklı olabilmesi olasılığını gündem dışına itmektedir. İçerdiği tüm argümanlara ve stratejik yaklaşımlara rağmen bu doktrin "barbarlığa" en yakın oluşumlardan biri olarak ele alınmaya yakındır.
*** Batı ülkelerinden kalkan bir geminin fakir ülkelerden ya da kültürel olarak "öteki" coğrafyalardan birinin kıyılarına yaklaşarak birtakım tehlikeli "kimyasal atık"ları bıraktıkları çokça duyulan bir şeydir. Başka bir toplumun yaşama biçiminin ürünü olan "zehir"lerin bedelinin bambaşka toplumlara ödetilmesi "insanlık" denen fikirden uzaklaşmanın en çarpıcı örneklerindendir. Kimyasal atığın siyasi ve stratejik alandaki karşılığı "küresel terör"dür. Küresel terörün sadece bir bahane olmadığını bu köşede yazdık. Bu kesin bir olgudur. Bunun bahane olarak kullanılması, içerdiği müstakil tehlikeyi hafifletmez ya da görmezden gelinmesine gerekçe oluşturamaz. Fakat kökenleri ve teknikleri itibariyle bu terör "modern" bir olgudur, "genetiği" bakımından Doğu'ya değil Batı'ya aittir. Şimdi çıkıp da sadece Doğu'ya "bu terörü temizle" demek, kendi kıyılarına habersizce kimyasal atık bırakılan bir ülkeyi çevreyi kirletmekle ve insanlığın ortak yaşam alanına "tecavüz" etmekle suçlamak kadar anlamsızdır. Bu süreçte sıkışanlar ise hak ve özgürlük mücadelesi veren güçsüz halklardır. Çünkü küreselleşme karşısında ulusdevletler bile belli krizler yaşarken, ulusdevletler kadar bile gücü olmayan bu halkların, hak ve özgürlük mücadelesi verirken "terör damgası"ndan uzak durmaları çok zor olmaktadır. Geçmişte belli mücadeleler belli devletler tarafından himaye edilirken, şimdi "önleyici saldırı doktrini" ile önde gelen güçlü devletler tek bir cephe oluşturmuşlardır. Bu cephenin "küresel terör"e karşı ortak hareket etmesi insanlığın yararınadır. Fakat bu, "kuralları koyulmamış", "hukuku kodlanmamış" ve "kurumları oluşturulmamış" bir mücadele olduğu için teröre başvuranla, hak ve özgürlük mücadelesi veren birbirine karıştırılmaktadır. Bu da güçsüz halkların mücadelelerinin terörün yedeğinde görülmesine yol açmaktadır. Ayrıca terörün bu halkların taleplerini yedeğine alma çabası da yepyeni bir boyuttur. Çünkü "yeni terör", fiziki gücü kadar "argümanlarıyla" da öne çıkmaktadır. Bu durum, bir yandan uluslararası politikada gücün kuralsız kullanımının önüne geçilmesini sağlayacak yeni mekanizmalar oluşturmayı gerektirirken, öte yandan güçsüz halkların siyaset ve strateji algısı ile mücadele yöntemlerinin tümüyle gözden geçirilmesini gerektirmektedir. ABD'den sonra Rusya'nın "önleyici güvenlik doktrini" saflarında yer tutması, dünya düzeninin eskiyle çok ilgisi olmayan bir aralığa girdiğinin çarpıcı göstergesidir. Bu nedenlerle önümüzdeki yüzyıl, "yaşanacaklar" açısından "güçsüz halkların en uzun yüzyılı" olacaktır. Buradan "hak ve özgürlük mücadelesi", "güçsüz olmanın haksız olma anlamına gelmediği" ve "hak ve özgürlük talep etmenin teröre destek vermekle damgalanamayacağı" iddiası adına kazanımlarla çıkılması için, daha dinamik yöntemler geliştirilmesi gerekmektedir.
|