|
İstanbul'da Turist Olmak
|
|
Ortadoğu dışında dünyanın hiçbir yerinde İstanbul'da olduğu kadar sınıf toplumu görüntüsü yok.
Bush gitti ben kaldım. İstanbul'dayım bir haftadır ve geçmişte alelacele yapılan yaz ziyaretlerinde fark etmediğim birçok detay bir anda beynimin içinde yepyeni kıvılcımlar yaratıyor. Neredeyse yedi yıla yaklaşan Amerika serüveninden sonra İstanbul tabii dünyanın en güzel şehri gibi geliyor insana. Hayat keyifli, Manhattan'ın o elektrikli enerjisi yok, Boğaz bir inci gibi şehrin her köşesine yumuşak bir ışıltı katıyor. İstanbul'un meziyetleri arasında dostlar, insan ilişkilerindeki rahatlık, hayatın ABD'ye kıyasla ucuzluğu ve tabii insanda yarattığı "Ah, memleket!" duygusu var. Sokakta geçmişten kalma birine rastlayabiliyor, randevu defterleri ve elektronik ajandaları çıkarmadan "Yaa gel şurada bir şeyler içelim" diye hasret giderebiliyorsunuz. Her ne kadar ilk bakışta Amerika'ya kıyasla daha dedikoducu bir toplum gibi gözüksek de aslında aynı zamanda daha toleranslı bir toplumuz. Bu güzel. Ama İstanbul yaşantısının bazı bölümleri, eskisinden daha rahatsız etti beni bu kez. Birincisi "sınıf toplumu" oluşumuz. Şaka değil. Ortadoğu dışında hiçbir yerde bu derece çarpıcı bir "aşağıdaileryukarıdakiler" düzeni hatırlamıyorum ben. Bir tarafta güzel yaşayan güzel insanlar var, diğer tarafta onlara hizmet verenler. Tabii arada her iki kategoriye de girmeyen dev bir orta sınıf var. Ama onların da ruhu, yukarıdakilerle zenginliğe özeniyor. O hayatları taklit edemeseler bile, ağızlarını açmış şoförleri, aşçıları, düğünleriyle "lüküs hayatlar" yaşayanları hayranlıkla izliyorlar. "Sosyete" diye tabir edilen kesim, artık küçüklüğümden hatırladığım ufak, kendi içine kapalı kulüp değil, herkesin konuştuğu, yakından takip ettiği, türkücüsüyle, yeni zenginiyle sayıları her gün kabaran garip bir fil. Sınıf meselesini şehrin fiziki yapısından bindiğiniz araca ya da yediğiniz yemeğe kadar her alanda hissetmemek mümkün değil. Bana bu sefer çok boğucu geldi. Örneğin Amerika'nın üç beş güney eyaleti dışında en şık lokantalarda bile arabanızı park eden "vale" olayına rastlamadım. Lokantaların önünde bekleşen bu adamlar, lokanta ne kadar şık olursa olsun paralı toplum değil Irak ve Ürdün gibi yerleri çağrıştırıyor bana. Tabii dünyanın her yerinde zenginler ve fakirler var. Bu doğal, hatta serbest piyasa ekonomisinde sağlıklı sayılabilecek bir durum. Buna karşın Manhattan ve Amerika'nın birçok yerinde "aşağıdakileryukarıdakiler" ayrımını bu kadar keskin hissedilmiyor. Rahatlıkla Wall Street'te milyonlar kazanan ya da şehrin güçlü hukuk firmalarından birisinin tepesindeki avukatın eve metroyla gittiğine ya da hafta sonu eşiyle süpermarketten alışveriş yaptığına tanık olabilirsiniz. İstanbul'da ise zengin olmak, kendini sizin gibi olmayanlardan fiziki olarak ayırabilme kapasitesiyle ölçülüyor.
ŞEHİRDE YÜRÜNMÜYOR Bütün güzellikleri ve keyiflerine rağmen biz New Yorklular (!) için İstanbul'un bir diğer tatsız tarafı YÜRÜYEMEME! Anadolu yakası ve Beyoğlu bölgesi dışında şehrin birçok yerinde yürümek demek, ya bir ton egzoz yutup kansere kucak açmak ya da minik kaldırımlarda ip cambazlığı yapmaya çalışırken arabanın altında kalma riskini taşıyor. Neyse ki artık İstanbul'da kaldırımlar var. Ama bir yerlere gidip gitmedikleri belli değil. Düzayak Manhattan'da ise hiçbir şey yapmasanız bile günün en az yarım saati oradan buraya yürüyerek geçiyor. İyi ki de öyle.
|