Yerinden yönetim
Türkiye hızlı bir değişim yaşıyor. Meclis, Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde birçok yasayı yeniden kaleme alıyor. Ceza Yasası, Yerel Yönetim Yasası bunlardan ikisi. Bu iki yasanın oluşturduğu genel paketin içinde başka temel yasalar da gündeme gelecek ve günün koşullarına uygun hale getirilecek. Bu değişiklikler, toplumda çeşitli tepkilere yol açıyor doğal olarak. Bunların bir kısmı hukuki. Örneğin, eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Türkiye'de özgün bir ceza yasası yapmak için gerekli hukuki altyapının olmadığı görüşünde. Selçuk, Meclis'ten geçen yasanın bu haliyle uygulamaya konmasının çok ciddi hukuki sorunlara yol açacağını savunuyor. Aynı şekilde, Yerel Yönetim Yasası'nın hukuk tekniğine ilişkin itirazlar da var. Yasayı esasında destekleyenlerden Taha Akyol dün eğitim ve il konusundaki yanlışları kaleme aldı. Akyol, esas olarak eğitim maddesinin düzenleniş şeklinin Tevhidi Tedrisat Kanunu'na aykırı olduğunu belirtti. Bir de yasanın felsefesine esastan karşı çıkanlar var. Türkiye'nin özgün koşullarının yerinden yönetime uygun olmadığını, böyle bir düzenlemenin gerek laiklik, gerekse üniter devlet açısından sıkıntı doğuracağını düşünenler var. Cumhurbaşkanı Sezer, iki kategoride birden yer alıyor. Yasanın hukuken sakat gördüğü yanlarını dikkatle bulup çıkarıyor, ancak bununla yetinmiyor. Sayın Sezer, yasanın hukuken en mükemmel haliyle bile çıkmasının karşısında olduğunu gösteriyor. Türkiye'nin yerel yönetimler konusunda ciddi bir sıkıntısı olduğu kesin. Kentlerimizin içinde bulunduğu durum bunun en açık örneği. Belediyelerin önemli bir yozlaşma merkezi olduğu herkesin bildiği bir gerçek. Ayrıca, belediye meclislerine kent nüfusunun en iyi yetişmiş unsurlarının aday olmadığı da aşikâr. Türkiye'nin hâlâ göç halinde bir nüfusa sahip olması, insanların çevrelerine sahip çıkmalarını önlüyor, oturdukları bölgeyi bir yağma alanı gibi görmelerine yol açıyor. Bu da bir gerçek. Ancak bütün bunlar Türkiye'nin aşırı merkeziyetçi yapısını savunmak için yeterli değil. Ankara'nın mevcut haline bakmak bile merkezi yönetimin sakıncalarını görmeye yeterli. Bunun yanında merkezi bürokrasinin yozlaşma, tembellik, işi savsaklama gibi konularda çok parlak bir sicili olmadığını da kabul etmek gerekir. Hepsinin dışında, insanların yaşadıkları yerin yönetiminde söz sahibi olmaları gerektiği ilkesini kabul etmek bir önkoşul olmalı. Ülkenin başbakanını, meclis üyelerini seçen insanların kendi yerel yöneticilerini seçmelerine karşı çıkmanın sağlıklı bir mantığı olamaz. Tüm dünya insanlara yönetimde daha fazla söz vermenin yollarını ararken Türkiye'nin eski Sovyet sistemi gibi tam merkeziyetçi bir yapıda ısrar etmesi çağın gerçeklerine ters düşer. Bilgisayar ve cep telefonu teknolojisindeki gelişmeler belki de 5-10 yıl içinde insanların her konuda her an fikrinin alınmasını mümkün kılacak. Bir yere yol yapılıp yapılmamasından, binaların yüksekliğine kadar birçok konu halkın anında kullandığı oylarla karara bağlanabilecek. Böyle bir gelişim karşısında merkeziyetçiliğin hayatta kalma şansı elbette olmayacak. Unutmamak gerekir, zamanının en merkeziyetçi yapılarından biri Osmanlı İmparatorluğu idi, belki de tam bu yüzden tarih sahnesinden silindi.
|