Sürgün Psikolojisi
Hayatlarını ülkelerinden uzaklarda kuranlar hep biraz buruktur
Üniversite için ilk kez Amerika'ya gittiğimde, birbirine yakın okullarda okuyan Türk kız öğrenciler "ağda partisi" için bir araya gelirdi. Şimdilerde "ağda yaptırmak" New York'ta şık salonlarda birkaç yüz dolara halledebileceğiniz bir şey. O zamanlar yoktu. Ama bence "ağda partisi" ndeki asıl espri, kıl kökleriyle topluca mücadele etme değil, bir anda sıcak bir ortamdan çıkıp kendini taşra Amerikası'nın ortasında dev bir kampüste bulan yabancıların bir araya gelmek için bahane yaratmasıydı. Ne güzeldi aylarca imtihanlara girip yalnız Amerikalılar'la olduktan sonra bir hafta sonu eski arkadaşlarla buluşmak, Türkçe konuşmak, lise günlerini anmak. Peki sonra ne oldu? Zamanla hafta sonu buluşmaları seyrekleşti. Amerikalı boyfriend'ler oldu, yeni arkadaşlıklar kuruldu, imtihanlar, mezuniyetler derken okul bitti. Bazıları üniversite sonrasında Amerika'da kaldı. Kimileri evlendi, birçoklarımız yerlilerle kaynaşarak New Yorklu ya da Chicagolu olduk. Ama nedense kimse o evden koptuğu andan beri içinde hissettiği "bölünmüşlük" duygusundan kurtulamadı. Uzun zamandır doyasıya Türkiye'de kalamamıştım. Son birkaç haftayı İstanbul'da geçirdikten sonra biz yurtdışında yaşayanların içinde bulunduğu bu şizofreniyi düşünmeye başladım yeniden. Başta ben olmak üzere tanıdığım birçok kadın ve erkekte olan bir duygu. Yanlız Türklere has değil. Şu veya bu şekilde hayat düzenlerini yurtdışında kurmuş Fransız, Alman, Yunanlı herkesin zaman zaman içine düştüğü bir varoluş biçimi. Nedir bu şizofreni? Çok kısaca tanımıyla "Ne oralı ne buralı" olma durumu. Amerika'da yaşayıp Türkiye'de olan haberleri takip etme, pazar günleri anne babayla salya sümük ağlamaklı telefon konuşmaları, arada bir "Acaba orada olsaydım?" gibisinden varoluş krizleri ve bitmek bilmeyen bir suçluluk duygusu. Türkiye ziyaretlerinde bir haftada büyük teyze, ilkokul arkadaşları ve eski evin kapıcısını göreceğim ve Kapalı Çarşı'ya uğrayıp aynı zamanda deniz, kuaför, alışveriş meselelerini halledeceğim derken kafayı yeme durumu. Ayrıca Amerika'da tanıdığım Türk arkadaşlarımın çoğu, Sezen Aksu ya da Ajda nostaljik bir şey dinlediklerinde içlerinin sızladığından yakınır, İstanbul'da Boğaz'ı seyretmenin hiçbir şeye eş olmadığını söylerler. Ama burada da zorlanır herkes. Bir tarafıyla Amerika'daki insan ve iş ilişkilerindeki netlik, yeni kazanılan dostluklar, alışkanlıklar, oradaki ev, doğa gibi şeyler özlenir. Artık gurbetçi değil "profesyonel sürgün" yani "Ne oralı ne buralı olma" durumunu yaşamaktadır. Türkiye'ye taşınsalar orayı, orada kalsalar burayı özlemeye, hayatlarını kolu ya da bacağı kesik gibi sürdürmeye mahkumlar.
|