Savaşınen kanlı günlerinden biri. Asker en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve: "Teğmenim fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?'' "Delirdin mi?" der gibi baktı teğmen... - Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Kendi hayatını tehlikeye atma. Asker ısrar etti ve teğmen; "Peki'' dedi. İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra sipere taşıyan arkadaşına döndü: - Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. - Bu zaten ölmüş... - Deydi teğmenim. - Nasıl deydi? Bu adam ölmüş görmüyor musun? - Yine de deydi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. - Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı: - Geleceğini biliyordum! Demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum!.. Kalbimizde "Arkadaşlık" adında bir mucize var. Nasıl olduğunu ve nasıl başladığını anlamazsınız. Allah'ın insanlara verdiği bu büyük armağanı bilir ve arkadaşlığın çok özel bir duygu olduğunu anlarsınız. Arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler...