|
|
|
|
AB'nin kararı siyasi olacak
'Yaşlı Avrupa için Türkiye'nin üyeliği avantaj" diyen Semo, Türkler'in değil AB'lilerin ikna edilmesi gerektiğine dikkat çekiyor: Fransız halkı en çok Türkler'in ülkelerine göç etmelerinden korkuyor.
"SABAH, FRANSIZ KALMIYOR" DİZİSİNİN İKİNCİ KONUĞU: LIBERATION GAZETESİ YAZARI MARC SEMON Avrupa şu sıralarda gerçek bir hayâl kırıklığı yaşıyor. 13 Haziran Avrupa Parlamentosu seçimlerinde demokratik bir arıza çıktı ve bu arıza Türkiye'nin adaylığı meselesini de rehin alabilir. Seçimlere katılım oranı rekor seviyelerde düşük oldu ve bu da Avrupa'ya dönük tepkilerin, kuşkuların yükselişinin bir ifadesi artık. Gelecek Aralık'ta 25'lerin Ankara'nın birliğe kabulü için müzakerelerin başlatılması konusunda bir tarih tesbit etmek zorunda. Bu evet, mühim ve sembolik bir olay. Zira bugüne kadar müzakereleri başlatılan bütün aday ülkeler neticede Avrupa'ya dahil oldu. Türkiye, 1999'da Helsinki'de aday ülke olarak tanındı ve teorik olarak diğer herhangi bir aday ülke gibi ekonomi ve insan haklarına saygıya ilişkin Kopenhag kriterlerini gerçekleştirdiği anda da müzakerelerin başlatılması gerekir. Bu gerçekleşti, - en azından bu kriterlerin kağıt üstünde kabulü gerekiyordu- ve Türkiye'de 4 yıl içinde yapılan reformların önemini, büyüklüğünü iyi niyetli herkes kabul etmek durumunda. Eğer Avrupalılar sadece hukuki kriterleri esas alarak değerlendirme yaparlarsa Türkiye için hiç sorun yok. Ama herkes biliyor ki, 25'lerin bu kararı her şeyden önce siyasi olacak. Avrupa projesinde son seçimlerde görünen açık ve böylece onun yol açtığı güncel krizli ortamda, Türkiye'nin üyeliği hadisesi karmaşıklaşıyor, içinden çıkılmaz hale geliyor.
Artık Kapı Kapanamaz Ankara'yla müzakerelerin başlatılması kararı, neticede hükümetlerin elinde. Bunların bazıları konuyu gayet bilinçli olarak ele alıyor ve verilen sözlerden artık geri dönülemeyecek bir noktaya gelindiğini, Türkiye'yle yıllarca sürecek müzakerelerin başlaması yerine onlara kapıyı kapamanın imkansız olduğunu düşünüyor. Mesela (Fransa Cumhurbaşkanı) Jacques Chirac. Avrupa Parlamentosu'nun da bu süreç içinde söylecek bir şeyleri var. Ve 13 Haziran seçimlerindeki "uyarı"nın ardından kamuoyularının haleti ruhiyelerini dikkate almamak güç olacaktır. Kamuoyu, Fransa'da Türkiye'nin girişine çok tereddütlü bakıyor. Alain Juppe, Dışişleri Bakanı'yken Ankara'nın adaylığını savunurdu. Bugün ise Chirac'ın partisinin yani UMP'nin lideri olarak buna karşı çıkıyor. Sosyalist parti, müzakerelerin açılması için Ermeni soykırımının tanınması şartını koştu.
Kendi Kalelerine Gol Bütün bu inişli çıkışlı görüşlerde şaşıracak bir şey yok aslında. Birkaç yıldan beri genişlemenin Fransız kamuoyunda yarattığı bütün korkular Türkiye'ye odaklanıyor. Öncelikle Türkiye'nin nüfusu, tek başına yeni 10 üye ülkenin nüfusu kadar kalabalık. Tabi ki bir göç korkusu var. Kırsal kesimden gelmiş ve Fransa'ya göç etmiş Türkler'le kültürel ayrılıklar konusunda bir endişe hakim. Diğer taraftan entelektüeller veya siyasiler, Avrupa Birliği'nin sınırlarının nereye kadar gideceği konusuyla meşguller. Türkiye'yle birlikte Avrupa'nın sınırlarının Ortadoğu ve Kafkaslar'a uzanması ve bu bölgelerin de çoğu zaman patlamaya hazır bölgeler olmasıyla tabii. Federal bir Avrupa'dan yana olanlar da Avrupa'nın genişlemeden önce derinleşmesi gerektiğini üstüne basa basa tekrarlıyor. Sadece Avrupa'nın bir büyük ortak pazara indirgenmesine inananlar, Ankara'nın üyeliğini savunuyor. Yaşlanan, titreyen bir Avrupa için Türkiye'nin üyeliği ona elbette bir avantaj, bir üstünlük katacaktır. Okuyucular bunu benden daha iyi bilir. Ama problem zaten Türkler'i Avrupa'ya ikna etmek değil. Onlar zaten ikna olmuş durumda. Ancak Avrupalılar hâlâ tereddütlü. Bugüne kadar bu tartışma genelde geçildi, yahut çoğu zaman bir karikatüre dönüştü. Bunu ciddi olarak konuşma ve görüşleri değistirmenin zamanı geldi. Türkiye konusunda aldatıcı bir üslupla problemleri inkar ederek ne pahasına olursa olsun ortalığı yatıştırmak için konuşanlar, tıpkı futbolda olduğu gibi kendi kalelerine gol atıyor...
|
|
|
|
|
|
|
|
|