| |
|
|
İnsan korkunç bir maceradır!..
ADA Yayınları'ndan çıkan ortak imzalı Yüzler kitabının girişinde Abidin Dino Yaşar Kemal'e diyor ki: - Ne çok insan yüzü gördük bir ömür boyu bre Yaşar! Ne çok çeşit çeşit insan gördük. Kimisi silindi kafamdan. Ya da silinir gibi oldu, kimisi kaldı bütün ayrıntılarıyla... Yaşar Kemal yanıtlıyor Dino'yu: Silindi sanıyoruz ya; hiç anımsayamadığımızı sandığımız bir yüz, bir devinim, bir sözcük, bir türkü birdenbire karşımıza çıkıveriyor. İnsan bir birikimdir. İnsan dehşetli bir saklayıcıdır. İnsan belleğinin dünyayı algılaması korkunç bir macera. Biriktirmek önemli. Hele insan yüzleri... Doksan dokuz yüz Yüzler üzerine kitaplar yazan bir de Cemal Süreya vardı. Doksan Dokuz Yüz koymuştu adını kitabının. Ya da Nazım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları ya da Çetin Altan ve Bir Yumak İnsan... İnsan yüzlerinden kalkarak önce o insanı, sonra çevresinde yaşanan hayatı.. Hatta memleketi, dünyayı tanımlayabilmek mümkün. Yeter ki adını andığımız bunca usta gibi yaşama ve kaleme hâkim olan biri olsun yazan... Kelepçe ve zincir Öyle ustalar yazınca nasıl da birkaç yalın sözcükle anlatıverir insanı insanları değil mi? Mesela Nazım bir şiirinin bir yerinde der ki: "Çoğunun yüzünü unuttum. Yalnız çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan. Bir tek kaygıları vardı hakkımda hüküm okunurken: Heybetli olmak... Değildiler... İnsandan çok eşyaya benziyorlardı. Duvar saatleri gibi ahmak, kibirli Ve kelepçe zincir gibi hazin ve rezildiler." Sizin hiç babanız?.. Cemal Süreya ise "Sizin hiç babanız öldü mü?" adlı şiirinin bir yerinde bakın kendi yüzü için ne diyor? "Taşları gelince hamam taşlarına Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi Aynada yüzümün yarısını gördüm Bir şey gibiydi Bir şey gibi kötü Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?.." Unutamazsınız. Kimse... Kimse unutamaz. Çünkü malum ya, insan. Çünkü malum ya: "İnsan, dehşetli bir saklayıcıdır. Bir birikimdir insan." Ben de unutamam Bütün bunları neden yazdığıma gelince. Hani geçen hafta Kapadokya gezisine çıkıp, otelin korkuluklarından düşüp ölen 16 yaşındaki liseli genç Kıvanç vardı ya. Onun annesi Hülya Hanım'ın yüzünü gördüm. Okul idaresinden teslim edilen, çocuğun o giyilmesine ramak kala sahipsiz kalan kepini ve cüppesini taşırkenki yüzünü gördüm o annenin de, o yüzden yazdım. Ben de ne bu olayı ne o ananın yüzünü unutmam unutamam. İşin peşine düşmeyi, haberde fikri takip meselesine gelince. İşte onu hiiiç hiç unutmam... Durun hele bakalım. Görelim Mevla neyler? Neylerse güzel eyler!..
|