Öteki varsa aydınlanma yok
Avusturya'nın Linz şehrinde bir ortaokul müdürünün uygulamaya koyduğu 'başörtü' yasağı şehir mahkemesi tarafından kaldırıldı: -Dini inancı gereği başörtüsü takmak okulun kıyafet kurallarını ihlal anlamına gelmez. A.A.'nın bu ayrıntılı haberi; koca gazetecilerimizin pek çoğu için sadece 'ideolojik' malzeme olacak.. 28 Şubat üstatları için bu haber 'pişmiş aşa su katmak' anlamına gelecek ve olabileceği kadar yok sayılacak. Karşıtları da, birçok Avrupai yasakçı kararın ardından güneş (!) gibi doğan bu sıcak başörtü ruhsatına 'Görmemişin oğlu olmuş' misali sarılacak: - Sayın 28 Şubat mimar, usta, kalfa ve ameleleri; işte bakın, Yeni Nazi akımının Avrupa'daki kalelerinden Avusturya bile sizden daha demokrat.. Tabii bu iki zıt tavrın ortası veya ötesi de var. Mesela evrensel ilke ve değerler konusunda hala anlamlı bir uzlaşmaya varamamışlığımızı, açıkçası henüz gerçekte aydınlanmamış olduğumuzu belgeleyen bu karar karşısında kahırla gülümseyenleri seyreder gibiyim. Batı demokrasilerinin 'tahkim' etmeye ve bütün insanlığa tescil ettirmeye çalıştığı evrensel ilke ve değerler konusunda henüz mutlak geçerliliğe kavuşturulmuş tartışmasız ölçüt (=standart) düzeyine eremediğimizi bir kere daha görmek zararlı da değil. Doğru durum değerlendirmesi yapmayı önemseyen her beyin, gerçeğin acısına alışkındır. İlerlemek için gerekli yakıt bu acıdır. Linz'deki mahkemenin başörtüsü lehine kararı, 'evrensel' dediğimiz ilke ve değerlerin tartışmalı halini bir kere daha kafamıza dank ettiriyor; en azından ettirecek kadar önemli duruyor. Elbette demokrasi adına epey bir mesafe aldığımızı inkar edecek değiliz. Ancak, insanoğlunun potansiyel çapıyla kıyaslayınca demokrasi kültürümüzün en ileri toplumlarda bile hala marazi ve çocuksu bir hamlık arz ettiği, sorgulanıp işlenmeye mahkum bulunduğu belli.
Şahsen bu ilginç haberin yoğunlaşmaya en değer bulduğum noktası ise, özgürlük tanınan kızın istisnai manzarasıdır. Baştan beri 'başörtü' meselesinde mağdurların yanında tavır almış biri olarak kararın özünü değil 'yan etkileri'ni, bunlardan özellikle bir tanesini daha fazla önemsiyorum. Habere konu 'Gülsün' isimli kızcağızın koca sınıf içinde bir veya birkaç 'öteki'nden ibaret bir çocuk olmasının zorluklarına ilişkin milyarlarca sızlatıcı titreşim beynimi ve yüreğimi dolduruyor. Orada, inancıyla, yaşayışıyla ve giyinişiyle her an farklı duran, böyle durduğu için fasılasız şekilde öteki olmanın bin bir uyaranı altında bulunan, dolayısıyla her saniye farklı tepkiler vermek durumunda kalan bir çocuk, beni burada, oturduğum yerde çaresizlikten dudaklarımı ısıracak veya ağlatacak kadar yorabiliyor. O çocuk, sürekli öteki olmanın yarattığı sayısız uyarandan kimiyle boğazlaşmak, kimiyle uzlaşmak, kimiyle sevinmek durumunda. Bu da demektir ki, aynı dakika içinde bir dem buzluğa girecek, bir dem oradan çıkıp fırına geçecek! Sorunlarımızın babası bu: Ötekinin eşitliğini, kağıt üzerinde kesinleştirmekten öte, ihlal edilemeyecek hale getirmenin yolunu bulup bulamamak. Bu da yeryüzü yasaları ile gerçekleşemez. 'Yaratan'dan ötürü yaratılanı hoş görmek', kitleler için imanın ve insan olmanın şartı haline gelmedikçe, açıkçası bütün dinler ve akımlar aynı ilkeyi içtenlikle benimsemedikçe ötekiler daima tehlikededir. Hiçbir müeyyide samimi bir iman şartı kadar etkin olamaz. Böyle bir potansiyeli ihmal, dünyevilikçi adamın dünyevilik adına başka bir kastı yoksa- aptallığından başka ne anlama gelebilir?! Bu aptallık yüzünden henüz hiçbir iklimde, öteki için rüzgarın bir anda feci şekilde ters dönmeyeceğine dair hiçbir garanti yoktur. -En iyisi hacı Beşir, o da değirmende yoğurt öğütür! İngiltere bile, sırf sömürgeci doğası gereği başka diyarlara saldıracağı zaman kullanabilmek için holigan ve şoven bir gençlik kitlesine sahip bulunmaya mahkumdur. Kapitalist uygarlık ile vahşetin kaçınılmaz kardeşliğinin mayası budur. Hasılı, her yerde bütün ötekiler hala tehdit altındadır. Bugünün ötekisi de yarın aynı yerin efendisi haline gelip yeni ötekilerin canlarına okumaya adaydır. Mesela bizde vaktiyle aşağılanan Kürtler'in yarın çoğunluk haline gelip ötekilere neler yapabileceği, mesela Diyarbakır'da sivil bir Türk olarak yaşayabilmenin imkansızlığı ile şimdiden malumdur. Avusturya'da Gülsün'ü sevindiren karardan ürkütücü sonuçlara uzanmanın tatsızlığını inkar edemem. Ancak insan, 'aydınlanma çağı' denen 'sahte bayramlar' sürecinde aldatıcı ve abartılı gelişmişlik kuruntusuna arada çimdik atmadan edemiyor.
|