|
|
|
|
|
|
Avrupa Birliği yolunda lokomotif Almanya...
Almanya AB'ye üye olmasını istediği ülkeler için bugüne kadar doğrudan ve net oynadı. Bu kez de Türkiye için aynı davranışı gösteriyor. Daha önce Yunanistan'ın Türkiye'nin üyeliğine taş koyduğu sırada da Almanya'nın tavrı netti. O dönemde Türkiye'nin adaylığı ile ilgili sürecin başlamasının olanaksızlığını baştan dile getirmiş ve tutumunu ortaya koymuştu. Onun için "Yunanistan'ın sırtını dayadığı ülke" olmuştu. Bugün ise durum tersine dönmüş gözüküyor. Dün Almanya Başbakanı Schröder'in ve bir gün öncesinde de Cumhurbaşkanı Rau'nun açıklamaları bunu teyit ediyor. Her ikisi de AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi verme konusunda gerekçe öne süremeyeceğini kayda geçiriliyor. Nitekim Schröder'in dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı ortak açıklamasındaki şu sözleri de bunu gösteriyor: "40 yıl boyunca rengi ne olursa olsun, Alman hükümetleri Türkiye'nin 1963 Anlaşması ile ortaya konulan kriterleri yerine getirmesini istedi. Biz böyle bir politika yürüttüysek ve Türkiye bu ön koşulları yerine getirdiyse başka bir davranışta bulunmak doğru olmaz. Artık bunun güvenilirlikle ilgisi kalmaz." Daha önce 10 kadar ülkenin AB'ye girmesine lokomotiflik yapan Almanya, bu kez de Türkiye için aynı görevi üstleniyor. İngiltere'nin öteden beri Türkiye'ye pozitif tutumu dikkate alındığında, Almanya'nın bu tutumunu AB'nin diğer güçlü ülkesi Fransa'ya yansıtması da kaçınılmaz olacak. Özellikle de haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçim sonucuna göre Fransa'dan da farklı mesajların gelmesi olası. Veya engel koyucu bir tavır sergilememesi beklenebilir. AB Adalet Divanı kararlarına rağmen, AB dışişleri bakanlarının Kıbrıs Türk kesiminde izolasyonların kalkacağına yönelik açıklaması da bunun bir sinyali. Türkiler ve İKÖ Kıbrıs'taki referandum sonrasında Batı Avrupa ve ABD'den, Türkiye ve Kıbrıs Türk kesimini destekleyen güçlü mesajlar gelmesine karşılık, "dost ve kardeş" olduklarını her aşamada dile getiren ülkelerin sessizliğini koruması dikkat çekiyor. Nitekim, Dışişleri Bakanlığı'na dün davet edilip Kıbrıs'taki referandum sonuçları hakkında bilgilendirilen İslam Konferansı Örgütü üyesi büyükelçileriyle görüşme sonrasında bir tepki gelmiyor. Sadece İKÖ değil, her aşamada, "Ana yurdunuz burası" söylemini ağzından düşürmeyen Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de sessizlik içine giriyor. Bir tek açıklama dahi yapılmıyor. Mayıs ajandası Bütün bunlara rağmen, Batı Avrupa ve ABD'den destek gelmiş olsa da Ankara'da hükümet, henüz her şeyin tam olarak rayına oturduğu inancında değil. AB ile müzakerelere başlayabilmek için öncelikli olarak Kopenhag kriterleri çerçevesinde Anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi gerekiyor. İktidar partisi milletvekillerinin imzasına açılan 10 maddelik Anayasa teklifi de AB Genel Sekreterliği ve Dışişleri Bakanlığı'nın önerileri doğrultusunda hazırlanmış bulunuyor. DGM'lerin kaldırılması, YÖK'teki askeri üyenin çıkarılması gibi bazı maddeler ise AB ile müzakerelerin başlayabilmesi için olmazsa olmaz koşul olarak görülüyor. Diplomatik ve siyasi arenada yakalanan rüzgarın tersine dönmemesi için de Anayasa değişikliğinin AB'nin haziran ayındaki ara zirvesi öncesinde tamamlanması gerekiyor. İş, Anayasa değişikliği ile de bitmiyor. AB'nin dile getirdiği uygulamadaki sıkıntıların kalkması için de Anayasa değişikliğine uygun yasal düzenlemelerin yapılması zorunluluğu bulunuyor. Bütün bu sürece bakıldığında Türkiye'nin önünde 3 aylık bir maraton bulunuyor. Bu sürede diplomatik ve siyasi adımlar doğru ve hızlı atılmadığı takdirde, Türkiye müzakere tarihi almış olsa bile, sonrasında KKTC'nin de başını ağrıtacak gelişmelerle karşılaşması kaçınılmaz olacak. Bu nedenle, ulusal davanın doğru sonuçlanması için, AB'nin Sosyalist Enternasyonal üyesi iktidarları ile yakın ilişkisi bulunan CHP'ye de büyük iş düşüyor.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|