Komşuya ateş almaya...
Meydana alıcı gözle ilk baktığımda saat akşamüstü altı idi. Gelmekte mi, gitmekte mi belli olmayan pembe yüzlü bir güneş vardı. Önce onu gördüm. Akşamüstü trafiği bizlerin anladığı anlamda bir kilitlenmeye uğramamış ama sıkışmıştı. Başımı öbür yana çevirdiğimde Ortodoks dünyasının haşmetli kiliselerinden birini gördüm. Aşağıda sarı tramvaylar gidip geliyordu. Azıcık otelin giriş çıkışlarını azıcık da karşıda dev bir alışveriş merkezi olduğu söylenen binayı izledim.
*** Komşumuz Bulgaristan'a bugüne kadar hiç gelmemiştim. Onca uzaklara git ama neredeyse bir taş atımlık mesafedeki Sofya'ya gitme. OPET-Aygaz ikilisi ilk kez Türkiye merkezli uluslararası bir petrol dağıtım şirketi kurmaya karar verip bunun ilk adımını da Bulgaristan'da atınca, bir günlüğüne buraya geldik. Uluslararası petrol tekellerinin yanında var olmaya çalışacak bir iddianın startına şahit olduk.
*** İstanbul tüm Bulgar nüfusunun neredeyse iki misli. Bulgaristan sekiz milyonluk bir ülke. Başkent Sofya'nın nüfusu ise bir milyon. Buranın sakinliğini görünce sekiz milyonluk bir Türkiye, bir milyonluk İstanbul hayal ediyorsun.
*** Bu yazıyı perşembe sabahı yedinci kattaki otel odasından yazıyorum. Geceleyin de seyrettiğim meydana yeniden bakıyorum. Yeşillikler içindeki sakinliğini bir kez daha zapta geçiriyorum. Tek fark, ilk baktığımda gördüğüm ama hafızaya kaydetmediğim Mc Donalds... Büyük alanın ortasında tek katlı bir yapı içindeki bu uluslararası hamburgerci, Bulgaristan'ın da dünyaya açılmasının vizesi gibi.
*** Gençliğini Süleyman Demirel ile yitirenlerdenim. Başbakan olduğu yıllar boyunca, sosyalist ülkelerde özgürlük olmadığını, özgürlük olmayan yerlerde "ekmek" olmasının önemli olmadığını söyleyip durdu. Bulgaristan o dönem demagojilerinden rövanş alır gibi, AB'ye Türkiye'den önce tam üye olacak. AB'ye girmek için tamamlanması gereken 31 ayrı dosyanın 27'si tamamlanmış. 4 dosya kalmış. Onlar da AB standartlarına çekildiğinde tam üye olacaklar. O sona kalan 4 dosyadan biri burada da tarım.
*** Sofya insana huzur veren bir kırsal bölge gibi. Kentin bir yanını dağlık bir alan sarıyor. Ama her yer yemyeşil. Dağların tepesinde hala erimemiş karlar var. Öğle yemeğini o dağların yamacındaki bir lokantada yedik. O sırada oranın aynı zamanda kayak merkezi olduğunu öğrendim. Vitoşa burasıymış. Bu arada sosyalist ülkelerde rastlanmayacak ölçüde lezzetli bir iç pilav ile kuzu yediğimizi de dedikodu mahiyetinde yazmam gerekir.
*** Eski rejimin son İmparatoru Jivkof'un şimdi milli müze olan sarayı da dağın eteklerindeki, yeşil alan içerisinde. Oradaki resepsiyon sırasında tarihin garip bir cilvesine şahit oldum. Bulgaristan'ın şimdiki başbakanı, sosyalist olmadan önceki monarşinin son kralı. Eski kral, yeni başbakan. Resepsiyona o da katıldı. Ama geldiği mekan kendi hanedanının değil, sosyalist rejimin bir sarayı idi.
*** Meydana son kez yeniden bakıyorum. Bulunduğumuz otelde ihtişam ile modern mimariyi birleştiren anlayış iç içe. Bu ülkeyi tam tanıyamadan ayrılacağım buradan. Ateş almaya gelmek gibi oldu bu seyahat. Bu izlenimler kısacık bir serüvenin ayrık notları. Türkiye merkezli ilk uluslararası petrol şirketi kurma girişiminin tanıklığını da sürdüreceğiz. Vakit öğleye yaklaşıyor. Yazıyı bu hafta erken istediler. Bitirmeliyim. Sizlere iyi pazarlar.
|