Süpermarket ülkeler
Değişim dinamiklerine sırt dönerek ayakta kalmanın mümkün olmadığını dünkü yazımızda tartıştık. Değişimin dışında kalmanın tarihin dışına düşmek anlamına geldiği çok açık. Fakat "ne olursa olsun değişim" mantığının da doğru olmadığını eklemeden tablo tamamlanmış olmaz... Değişim dinamiklerini yönetirken en çok dikkat edilmesi gereken, değişimin "yön"ü ve "rota"sıdır. Uzun yıllar boyunca Türkiye gibi ülkelere Uzakdoğu'daki kalkınma hamleleri bir model olarak gösterildi. Değişimin bu yönde gerçekleşmesi yolunda analizler yapıldı. Uzakdoğu'daki modellerin geleneklerini koruyarak yüksek teknoloji üretimini gerçekleştirmeleri, Batıcı modernleşme çabalarına duyulan tepki karşısında bulunan yeni bir yol gibi sunuldu. Özellikle yeni sağ siyasetler bu yaklaşıma dört elle sarıldılar. Oysa, bu tür modernleşme çabaları karşısında "gelenek" denen şeyin aksesuar olmaktan öte bir işlevi olmadığı biraz derinlemesine bir bakışla görülüyor. Markete dönüşmüş kamusal alanlar, melezleşme adına eklem yerlerinden kırılmalara uğramış ulusal diller, kültürel ve siyasal değerlerin yerini almış kar üretimi, pek çok ülkeyi belirleyen dinamiklerdir. Batılı modellere göre daha sentetik, daha sığ ve değer ekseninden yoksun kalkınma modelleridir bunlar...
"Değişim" her şeyden önce bir "değerler denklemi"dir. Bir coğrafyayı diğerlerinden farklı kılan ve bir "topluluk"a "toplum" denilmesini mümkün hale getiren özelliklerin, zamanın değişen şartları içindeki yürüyüş "stili"dir. Dünya üzerindeki çeşitli toplulukları toplum haline getiren şey de- ğerleridir. O toplumların belli bir coğrafyada örgütlenerek, belli bir toplumsal mutabakat temelinde bir arada yaşamasını sağlayan şey de siyasal değerleridir. Tüm bunlar ve daha da fazlası bir toplumun geçmişinden getirdiği, bugününü var eden ve geleceğe yürümesinde yol işareti olan unsurlardır. Zamanın değişen şartları ile tanışmak, aslında, bir toplumun kendini var eden dinamikleri geleceğe taşıması için zorunludur. Bir toplum kendi değerlerini korumak adına "içe kapanmacı siyasetler" üretmeye başlarsa, kendi elindekini de koruyamaz. Fakat içe kapanmamak adına, kendi değerlerinden "boşanarak" dışa açılmak da, o toplumu bir başka açıdan toplum olmaktan çıkarır ve büyük bir marketin figüranları haline getirir. Bugün pek çok ülke ürettiği markalarla anılıyor. Bu nedenle ekonomik değer ve marka üretmek kalkınma yolunda ilerleyen ülkelere asli hedef olarak gösteriliyor. Fakat markaları ile anıldığı halde, dünya sistemi içinde belirleyici olmayan çok sayıda ülke var. Bunlar, siyasi sistem içinde, ekonomik güçleri oranında belirleyici olamıyor. Dünyanın gidişatı hakkında belirleyici olanlar ciddi markalara ve büyük piyasalara sahip olmanın yanı sıra, ciddi siyasi değerlere sahip ülkelerdir. Yerli değerleri ile evrensel değerler arasında sinerji yaratan bir zemin kuranlar ve bu zemin üzerine ekonomik değer ve marka üretimini yerleştirmiş olanlar, tarihin üretildiği ilişkilerin merkezinde yer alıyorlar. Siyasi de- ğer üretimi olmayan, ama bunun yanı sıra pek çok markaya sahip olan "süpermarket ülkeler" ise tarih lokomotifinin çektiği vagonlara yerleşiyorlar ancak. Özellikle "yeni sağ" ideolojilerin "siyasi değer" ve "siyasi fikir" zeminlerini önemsiz gösteren kalkınma anlayışları asla verimli değildir. Bu tip bir değişim mantığı, değişim karşıtlığı kadar sığdır. Değişim, bir "değerler denklemi" üzerinde yükseldiği müddetçe anlamlıdır...
|