Demokrasi dediysek...
Avrupa Birliği hedefi siyaset ve iş dünyalarımızı hiç olmadığı kadar "demokrat" kıldı. Samimiyet dozunu tartışmayacağım. Tabii ki tartışmalı ama, "temel hak ve özgürlükler" yahut "Kopenhag kriterleri" gibi kerteriz noktaları açısından, diyelim ki... Sonradan görme gibi olsalar da... Hepsi samimidir... Hepsi isteklidir... Hepsi değişmiş... Hepsi olgunlaşmıştır. "Geçmiş" geçmişte kalmıştır. Diyelim.
***
Ancak iş, ekonomik demokrasi ve onun unsurlarına, örgütlenme, toplu sözleşme ve grev gibi haklara gelince, "demokratik teamül ve tekamül" birden kekemeleşiyor. Yumuşak olsun diye "kekemeleşme" dedim. Yoksa, "kem küm"ün ötesinde, orası "hop dedik" eşiği. Elbette dünyada da birbirine karışan, küreselleşmeyle dört bucak dolaşan "neo-liberal" ve "neo-muhafazakar" zihniyet tahakkümünün etkisi var. Batı'da da benzer eğilimden söz edilebilir. "İş"in parçalanması ve istikrarsızlaşması, coğrafya değiştirmesi, rekabetin şiddeti, iş arayanlar arasındaki kapışma, sadece niteliksiz değil, nitelikli işsiz ordusunun da büyümesi, "ücretli" kategorisi içinde keskin piramitlerin oluşması, zirvedekilerin hem gelir hem tarz bakımından "çalışan"dan çok "sermayedar" gibi olması, teknolojinin emeğin önemini ve ağırlığını azaltması, "her koşulda çalışabilme"ye rızanın yoğunlaşması gibi küresel faktörler mevcut. Türkiye de etkileniyor fazlasıyla. Etkilenmenin ötesinde, hala, maaşını sendikalı garsonla karşılaştıran 12 Eylül zihniyetinin, çalışma hayatını tek taraflı cendereye sokan gölgesinin altında. Fakat, asıl vahamet "demokratlık" zaviyesinde.
***
Bu demokrat türünde, iş dünyasının, "millet, devlet, ülke çıkarları" diye tanımlanan talepleri, sıkıntıları ve hayalleri dışında, örgütlü işçi mücadelesine ya da çatır çatır uzlaşmasına pek yer yok. "Sınıf çatışması" artık demode ya! Oysa, genel eğilim ne olursa olsun, maalesef Avrupa'da hala var! Fiilen törpülenmiş, hırpalanmış, çoğunlukla mecalsiz kalmış olsa da, "hak, hukuk, özgürlük, gelenek ve demokrasinin gereği" olarak hala var. Türkiye, AB cihetinden bu yönde tavsiye, eleştiri ya da uyarı gelmesine aşina değildi. Diğer demokratikleşme meseleleri daha çok konuşuldu hep. Gündemdeki Şişecam grevi ve ertelemeler yüzünden, "demokratik işçi hakları"na ilişkin bir uyarı gelince, biraz şaşırttı; herhalde o yüzden medyada pek yer bulamadı. Önceki hükümetin gündeminde olan, ancak iş dünyası ve medyayla ittifakı süresince uyutulan "İş Güvencesi" üstüne kopan fırtınaları hatırlarsınız. O hükümet ancak, rehin aldığını sandığı, ama ellerine rehin düştüğü büyük iş ve medya dünyaları tarafından ihanete uğradığını hissedince, son nefeste o yasayı çıkardı. Biraz da "intikam" olsun diye. İş dünyasının ve bir kısım medyanın demokratlığı, bu tür haklara ilişkin olarak su kaynatmıştı. Hâlâ kaynatır!
*** AKP'nin, liderliğinin ve hükümetinin değişimi, demokrasi tutkusu, demokratikleşme ve "leştirme" çabaları takdire şayan. Yoksulluğa, adaletsizliğe vurguları da. Lakin, "demokratlık" bir yana, Hak-İş gibi deneyimlere rağmen, bu "muhafazakarlık"ın hayatta öyle bir geleneği olmadı. Onlar, "işçiler yüzünden millet perişan oldu" geleneğinden. Sıkı demokratlarımız, iş dünyası, medya ve hükümete; örgütlenme, sendika, toplu sözleşme, grev gibi "öcüler"in de demokratik tutarlılığın parçası olduğunu anlatmak şart. Ama kim anlatacak?
|