|
|
Deplasmanda oynamak ne zormuş!
Eleştirdiğim oyuncuların ahı tuttu. Sonunda ter dökme sırası bana geldi.
Günlerden Pazar olması, "light yazılar" için kapı aralıyor. Bu nedenle size Günaydın'ın yeni reklam filminde başıma gelenleri anlatmakta bir sakınca görmüyorum.
Efendim, daha önce bir kez Günaydın, bir kez de Fotomaç'ın reklam filmlerinde rol aldığım için artık kendimi "profesyonel oyuncu" olarak görme hatasına düştüm. Tabii burnu büyümüş her oyuncu gibi aklıma önce kapris yapmak geldi. Üstünüze afiyet üşütmüştüm, biraz burnum akıyordu ve bir travestiye dublaj yapabilecek tonda konuşuyordum. Yönetmenimiz Atilla'ya "Acaba beni bugün affetseniz de yarın çeksek" filan diyecek oldum. Sevgili Atilla "Ağbi senin rolün biraz ağır" deyip, elime bir tekst tutuşturdu. Aman Allahım, bu diğer reklam çekimlerine hiç benzemiyordu. Resmen oynayacaktım. Üstelik tekerleme gibi de repliklerim vardı... Oturduğum yerden reklamları, dizileri, oyuncuları takır takır eleştirmek kolaydı. Al bakalım... Davulun sesini bir de yakından dinle...
Acaba saçlarımı toplasa mıydım? Monitördeki ilk görüntülerimi izledim. İş yoğunluğuyla farkına varmamışım, saçlarım epey uzamış. Bu halimle rahmetli Barış Manço'ya benziyorum. Hayır, tabii ki şikayet ettiğim filan yok ama ister misin şimdi Atilla tutup da "Ağbi şu Dağlar Dağlar'ı hafiften bi söyleyebilir misin?" desin... Neyse, korktuğum başıma gelmedi ama çilem daha bitmemişti. Arkada mavi bir fon vardı. Reklam, blue box tekniğiyle çekiliyordu. Yani sonradan arka plana istedikleri görüntüyü yerleştireceklerdi. Artık o tarafı yönetmenin insafına kalmıştı. Malum, Günaydın magazinel bir yayın. Arkaya manken tayfasının şuh pozlarını koydular mı, önde harem ağası gibi kalacağım... Ne yapalım, artık dua etmekten başka yapacak bir şey yok.
Sonra birden "Ağbi elini hiç bozma" diyerek elimdeki Günaydın'ı aldılar. Ben elim iki yana açık, Harmandalı oynar pozisyondayım. Daha sonra oraya montajda Günaydın gazetesini yerleştireceklermiş. "Şeytan azapta gerek" durumu yani. Muhtemelen Atilla, benim Yakından Kumanda'da eleştirdiğim meslektaşlarının intikamını almakla meşgul... Ellerimin arasından karşıdaki yönetmen yardımcısının ayakkabılarına bakarak gazete okurmuş gibi yapıyorum... Arada bir de elime bir yakından kumanda aleti tutuşturuyorlar. James Bond edasıyla kumandayı karşıdaki asistanın göbeğine nişanlayarak (yönetmen o açıyı uygun bulduğu için) ateşliyorum! Çok değil, 20-30 tekrar sonra havamı buluyorum! Konuşmama Ali Kırca tonlamaları yüklüyorum. Cem Davran gibi kaşlarımı kaldırıp, gülümseyerek "sempatik" oluyorum. Jön arayan Hülya Avşar nerelerdesin?
İlk oyunculuk denememde hevesimi alamadan çekim bitiyor. Bütün ekip, monitörden çekilenleri izliyoruz. Herkes gülüyor. Sanırım daha önce aralarında anlattıkları bir fıkra akıllarına gelmiş olmalı!.. Ya da Cem Yılmaz'ın cips reklamını filan hatırladılar!..
Anlıyorum ki, "gibi yapmak" gerçeğin ve doğrunun peşindeki biz gazetecilere göre değil. Bir dahaki maçı "deplasmanda" değil, sahamda oynamaya kendi kendime söz veriyorum...
|