| |
On yıl önce, on yıl sonra...
On yıl önce bir yılbaşı arifesinde bir yazı yazmışım. Sorunlardan ve çözümlerden söz eden, on yıl boyunca kendisini devletin sahibi olarak görenlerin tartışmalarını, çatışmalarını, nutuklarını bir hatırlayın, bir de on yıl önceki şu yazıyı bir okuyun. Hayatınız hakkında karar verenlerin yönetme yeteneğine ne kadar sahip olduklarını görün...
*** Beni son günlerde en çok sevindiren sürprizlerden biri de, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Erol Baraz'dan aldığım mektup oldu. Mektupta, "Türk tarımının sorunlarına sahip çıkıp, kamuoyunun gündemine getirerek çözüm önerilerinde bulunmaktan" dolayı "30. Yıl Onur Ödülü"ne layık görüldüğüm belirtiliyordu. Son yıllarda yazdığım ve önceleri köylüleri öfkelendiren yazılarla anlatmak istediklerimin tarımcılar tarafından da paylaşıldığını görmek umudumu artırdı. Beni mutlu etti. Yılın son yazısını da, bu nedenle, Türkiye'nin bence en önemli sorunu olan "köylülüğe" ayırdım. Köylüler için yazdım. Köylüler için yazdım, çünkü bunun ne denli bir önemli sorun olduğunun tarımcılar farkında ama Türkiye'nin "tutucu aydınları" farkında değil. Örneğin, geçenlerde biri benim bu konuyu televizyonlarda da gündeme getirmemi şöyle eleştirmekteydi: "İçlerinden biri, cumhuriyetimizin tüm zaaf ve eksikliklerini köylü toplumu olmamıza bağlıyor. Allah'ım aklımızı sen koru. Sanki adını 2. Cumhuriyet koyduğumuz zaman bu köylü toplumunun bünyesi bir gecede değişecek. Köylü toplumu göğe uçacak, yerine tüm kurumlarıyla sivil toplum gelecek." Önerileni bu kadar "sığ" bir hale getirmek, tabii algılayanın becerisi...
*** Köylülük, en büyük sorunumuz. Çünkü tarım ekonomik kaynak" üretmez. Üretmemesinin sebebi de, zaman içinde yapılan faaliyetin niteliğinin değişmemesidir. Her sene tohumlama da, hasat da hep aynıdır. Buna verilen emek hep aynıdır. Halbuki, tarım dışındaki faaliyetler, sürekli nitelik değiştirir. Örneğin bir traktör her yıl özelliklerini ve modelini geliştirirken, içerdiği el emeğini, göz nurunu da çoğaltır. Son modellerinde, tarlayı sürerken kullananın omuriliğinin titreşimlerden rahatsız olmaması için önlemlerin nasıl geliştirildiğini izlemiştim filmde... Tabii, bu kadar araştırma ve geliştirme, traktörün de fiyatını artırır. Traktör imalatından elde edilen parayı çoğaltır. Ama tarım faaliyetinin böyle bir gelişme umudu yoktur. Buğday her yıl aynı buğdaydır.
*** Tarımın payını küçültmedikçe, toplumun daha zengin olma ihtimali de bu nedenle yoktur. Köylülerimizin kurtuluşu da, köylülüğün azaltılıp, Türkiye'nin daha çağdaş faaliyet alanlarına, bilgi toplumunun sektörlerine yönelmesindedir. Köylülük, bugün Türk toplumundaki yerini korudukça köylerdeki sefalet de bitmeyecektir. Köylülüğün bitimi, bunun orta vadeli olarak planlanması ve bu planın orta vadeli bir teknolojik gelişme stratejisiyle birlikte uygulanmasıyla sağlanabilir. Türkiye'de "devlet", toplumsal refahı artırmak için toplumsal aklın icra aygıtı gibi çalışmaz. Yoksa, köylülük nasıl bitirilir, ülke insanlarının refahı nasıl artırılır, bunun reçeteleri belli. Fransa son otuz yılda, İspanya da son on yılda bu yönde çok önemli başarılar elde etti. Ancak, bizde "orta vadeli bir teknoloji planı" olmadığı gibi, köylülüğü yok edip, köylüleri çağdaş sanayinin parçası haline getirecek çalışmalar da yok. Bu yönde adımlar atacak bir siyasi irade ise pek ortalıkta görünmemekte...
*** Devlet yeniden yapılandırılarak, halkın refahını, özgürlüğünü ve demokratikleşmesini hedefleyen bir hizmet aygıtına dönüştürülürse bu önlemler hayata geçer. Yoksa yetmiş yıldır olduğu gibi uyur durur. Bilgi çağını yakalamak isteyen Türkiye boyutlarındaki bir ülkenin köylü nüfusunun bir milyonu geçmemesi gerekmekte. Bugün Fransa'da bir milyon altı yüz bin köylü var ve bu bile diğer ülkelerle ticari ilişkilerde sorun oluyor. Fransa tarıma destek sağladıkça, diğerlerinden tepki görüyor. Tabii Türkiye bir gecede köylülükten kurtulmayacak ama artık bu yönde harekete geçmek gerekiyor.
*** ''Buğday üreticisi yılda 37 gün çalışır" diye yazdığımızda da, köylülerin çaresizliğini dile getirmeye uğraşıyorduk. İnsanlarımız, az emek istediği için ancak gelişmiş ülkelerin benimsediği bir ürün olan buğdayı ekerek nasıl zengin olabilirler ki? Sonunda çaresizlik içinde buğdayı devlete satarlar. Devletin elindeki kaynaklar da yetersiz olduğu için enflasyon patlar. Ve gene köylü yerinde sayar. En azından ilk ağızda, daha çok emek harcayıp, dışarıya daha rahat satacağımız ürünlere yönelmek zorundayız. Kısaca, susuz tarımdan vazgeçip, sulu tarıma yönelmemiz gerekiyor. Ama, Tarım Bakanlığı daha Trakya'daki süne hastalığının üstesinden gelemiyor. Nerede kaldı orta vadeli planlarla köylülüğü bitirip, köylülerimizin tüm toplumun refahını artıracak düzenlemelere girişmek... Yeni bir yıla girerken her şeye rağmen başaracağımızın, halkın refahını artıran bir devlet yapılanmasını sağlayacağımızın, köylülüğü tüketerek bilgi çağına daha fazla yaklaşabileceğimizin umudunu koruyorum. Çünkü, köhnemiş devletçi aydınların anlamak istemediğini, köylülerimiz anlıyor. Aldığım ödül bunun bir müjdecisi sanki... Tüm okurlara sağlıklı, mutlu ve başarılı bir yeni yıl diliyorum.
|