İhracatın geleceğini kurtarmak için topyekün hamle gerekli
Türkiye'nin 2001 krizi sonrasında yaptığı ihracat atılımının en temel nedeni şimdiye kadar hep ücretlerin esnekliği, yani iş gücü maliyetinin reel olarak düşmesi gösterildi. Krizde çalışanların ücretleri reel olarak azaldı. İşletmeler yoğun işçi çıkartmaya yöneldi. Bu sayının 1.5 milyona kadar çıktığı hesaplandı. Genel işsizlik oranı yüzde 13.1'e kadar çıktı. 2002'de de reel ücretler düşmeye devam etti. Yapılan erken seçimde ücretleri artıracak bir gelişme olmadı. Her şey 3.5 ayda oldu bitti. Çalışanların ücretlerindeki bu gerileme, elbette şirketlerin verimliliklerini artırdı, rekabet güçlerini yükseltti. Ancak 2002 seçimleri, daha önce de belirttiğimiz gibi, iki aşamalı bir seçimdi. Genel seçimleri kazanan ve hükümet olacak partinin, iktidarını sürdürebilmesi için, yerel seçimleri de alması gerekirdi. Bu nedenle 2004 yerel seçimlerinin genel seçime yakın bir önemi olduğu belliydi. Düşük ücret avantajı- 2003 yılı tamamen AKP hükümetinin kontrolünde geçti. Ekonomideki sonuçlar beklenenden de iyi. Bu sonuçla hükümet ve ekonomi yönetimi ilk yıldan inandırıcılığını korudu. Kredibilitesini yüksek tuttu. Bunda hükümetin ekonomi programını sürdürmesinin ve bütçe disiplinine önem vermesinin payı yanında dış konjonktürün de etkisi var. Doların değer kaybı ve dış dünyada faizlerin son 30-40 yılın en düşük düzeyine inmesi, Türkiye'ye, ihracatını artırma ve sermaye çekme imkanı verdi. Döviz bolluğu altında kurlar düştü, bununla enflasyon ve faizler düştü. Büyüme dolar bazında yüzde 31.5 gibi çok yüksek bir oranı yakaladı. Böylece ekonominin yapısı sağlamlaşırken, seçime de hazırlanılmış oldu.
Yerine ne konulacak?- Ekonomik yapının kırılganlığının azalmasının ardından yeni yıldan itibaren seçim ekonomisinin ilk örnekleri ortaya çıktı. Asgari ücret ilk altı ay için yüzde 34 artırıldı. Asgari ücret bütün ücret ve maaşların temeli. Zincirleme etkiyle özel sektördeki maaş ve ücretleri tetikliyor. Sanayi kesiminden gelen sesler de bu yönde. Ücretlerin artırılması gereği vardı. Ama birden ve bu oranda mı? Elbette değil. Bu artıştan sonra sanayi ve ihracatçı kesim elindeki en ciddi rekabet gücünü yitirebilir. Sorunumuz ücret artışı değil, rekabet gücümüzün kaybedilmesi. Belki de düşük ücretler üzerine kurulu bir rekabet gücü uzun vadede sürdürülemez ve doğru da değil. Ama bu, Türkiye'nin dünya piyasalarında nasıl rekabet edeceği gerçeğini değiştirmiyor. Düşük ücret avantajının yerine ne konulacak?
Gelecek tehlikede- Üstelik giderek bütünleşik pazarlar var karşımızda. AB ve Rusya pazarları büyüyor ve Türkiye bu iki pazardaki varlığı ile ayakta. ABD, Kanada ve Meksika ile Nafta'yı kurdu. Çin büyüyor ve Türkiye bu iki büyük blokta yok gibi. İhracat tek ayaklı, tekstil ve kısmen otomotiv ağırlıklı gidiyor. Dünya pazarları ile uyum içinde değil. Sanayi sektörü, dünyanın istediği miktarda, istediği kalitede, istediği fiyatta, gereken servis ve yedek parça hizmetini vererek, pazarlanabilir, sosyal ve çevre sorunlarına duyarlı üretim yapan ve bunu istikrarlı şekilde sürdürebilir bir yapıda mı? Hayır. Kısmı başarılarımız var. Ancak ekonomi politikalarının amacı zaten Türkiye'nin topyekün rekabet gücünü artırmak üzerine kurulmamış. Sorunumuz da bu zaten. İhracatta bugünü kurtardık. Ama geleceğimiz tehlikede.
Kilitlenme noktası- Türkiye rekabet gücünü kaybediyor ve bu kayıp önümüzdeki yıllarda hızlanacak. O zaman da ihracatı kurtarmak için ya devalüasyon gelip kapıya dayanacak ve bu bütün ülkeyi yoksullaştıracak, ya yeniden ücretler düşürülecek. Veya ihracat sektörüne ülkenin kıt kaynakları üzerinden yeni gelir transferleri yapılacak. Artık geçmiş ekonomi politikaları ve sanayi yapısı üzerinden ihracattaki artışı gelecek yıllarda devam ettirmemiz zor görünüyor. Kilitlenme noktası burada. Politikaların topyekün Türkiye'nin rekabet gücünü korumaya ve artırmaya yönlendirilmesi gerekiyor. Sonuç- "Kolay bir çıkış yolu, genellikle tekrar içeri girmeye yol açar" Senge
|