|
|
MEHMET BARLAS
Tehdide karşı alınan tedbir, tehditten daha fazla zarar verirse..
Aramıza yeni katılan arkadaşımız Ömer Çelik, Sabah'ta dün yayınlanan yazısında, Amerika'nın ve neticede tüm dünyanın içinde bulunduğu ikilemi (veya açmazı), çok güzel saptamıştı.
Gerçekten de Amerika, uluslararası terörizmle mücadele etmek isterken, korunması gereken kurum ve kavramları da tahrip etmek noktasında.
Bunu Irak'ta "Şiddetin yedeğinde demokrasi" projesi ile görüyoruz.
Yani, Saddam'ın şiddetine son vermek için, Irak halkını başka bir şiddete hedef kılacaksınız ve hedef olarak "Irak'ta demokrasiyi kurmak" sloganını göstereceksiniz.
Çelik'in, Avrupa hakkındaki gözlemi de doğru.
Avrupa da, "Şiddete seyirci demokrasi" anlayışını sergiliyor.
Saddam veya herhangi bir diktatör, hem kendi halkını, hem bölgesini terörize edecek. Siz de "Statüko bozulmasın" diye buna seyirci kalacaksınız.
Bütün bu tahlillerden, Türk dış ve iç politikası da yararlanabilir.
Ömer Çelik, hem milletvekili hem de fiilen Başbakan Erdoğan'ın en yakın danışmanı olduğuna göre, yazdıkları, entelektüel bir yorumdan öteye, "Uygulanabilir politikalar" da olmalıdır.
Ulusları ve devletleri şaşırtan ve aşırı tedbirler aldırıp, yok edilmek istenen problemden daha büyüklerine yönlendiren durumlar vardır.
Bizim iç politikamızın çok yakın tarihinde bu gibi duruma bir örnek, 28 Şubat post-modern askeri müdahalesi değil mi?
Toplum, Ali Kalkancı veya Aczimendi'lerin televizyon gösterimleri ile, yani psikolojik harekatla, "Şeriat tehlikesi" sendromuna sokuldu. 28 Şubat muhtırası ile, asker siyasete girdi. "Batı Çalışma Grubu"nun rutin dışı eylemleri ile, gazeteciler andıçlandı.
Sonuçta, Erbakan istifaya zorlandı.
TBMM'de, çoğunluğu olmayan bir iktidar (Mesut Yılmaz Hükümeti), ite kaka oluşturuldu. Bu süreçte, müdahaleyi yapanlar kendilerince "Durumdan vazife" çıkarırken, özelleştirmeler ve kamu ihaleleri yolu ile, birileri de "Durumdan kokuşmuşluk" çıkardı.
Şeriat tehlikesi falan yoktu oysa..
Eğer Erbakan'ın istifası ertesinde Başbakanlık görevi Tansu Çiller'e verilse ve 3 ay içinde erken seçime gidilseydi, ne demokrasi zedelenir, ne de bugünün yolsuzluk soruşturmaları gündemde olurdu.
Medya da, devlet ve siyasetle, yüz göz olmazdı.
"Cumhuriyet'i koruyacağız" diye hem demokrasiyi, hem ekonomiyi, hem medyayı tahrip etmekle, "Irak'a demokrasi getireceğiz" diye, Saddam dönemini aratır bir istikrarsızlık yaratmak arasında, ne fark vardır.
Bizim dış politikamızın ipoteği olan "Kıbrıs Sorunu" da böyle değil mi?
"Milli Dava" diyerek, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğü, çeyrek yüzyıldır Türk dış politikasına endeksledik.
Şimdi, Avrupa Birliği yolundaki engelimiz haline de geldi çözümsüzlük.
Daha da ötesi var.
Avrupa Birliği'ne üye olacağız derken, 1949'dan beri üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz de tehlikede... Loizidu Davası'ndaki cezayı, 19 Kasım'a kadar ödememiz gerek.. Avrupa Konseyi ültimatomunu, herkes biliyor.
Ve 19 Aralık'taki Kıbrıs seçimleri sonrasında da, Türkiye'nin elini bağlamak isteyen Rauf Denktaş, Radikal'de İsmet Berkan'ın da pek güzel ifade ettiği gibi "Şapkasından tavşanlar çıkarmaya" hazırlanıyor.
Daha da ciddi olan durum, Türkiye'de Genelkurmay'ın da, bir nevi "Denktaş Çizgisi"nde bulunması.
ŞAKA
Kimin eli kimin cebinde?
Rauf Denktaş, NTV'de Mithat Bereket'le konuşurken, yine, kendisini eleştirenlerin, birilerinden para aldığını söyleyen imalarda bulundu..
Bizim bildiğimiz, eğer para almak söz konusu ise, T.C. bütçelerinden yıllardır KKTC'ye ödenen paraların hesabı, öncelikle yapılmalıdır.
Ve Kıbrıs'ta alınan maaş ve tazminatların da..
UĞUR DÜNDAR
Özel koleksiyonculuk teşvik edilmeli!
Uğur Dündar, yine önemli bir konuyu, kamuoyunun dikkat odağına sundu.
Dündar'ın Arena'sı ile anlaşıldı ki, "Ayasofya Müzesi"nin mahzenlerinde bulunan devlet gözetimindeki tarihi eserler, tıpkı İmar Bankası'ndaki devlet garantisindeki mevduat gibi, erimiş, tahrip olmuş.
Bizans dönemine ait papaz tahtları, çok değerli ikonalar, halılar küflenmiş, parçalanmış.
Bir antika müzayedesinde satışa sunulsa, insanların yüz binlerce dolar vereceği eserler, iki paralık hale gelmiş.
Uğur Dündar, bu bulgularından giderek, keşke özel koleksiyonculuğu teşvik edecek yasal düzenlemeler konusunda da yayınlar yapsa.
Varlıklı bir sanat düşkününün evinde, kuşaklar boyu özenle korunacak ve sonunda özel müzelere (mesela Sabancı, Sadberk Hanım müzeleri gibi) aktarılacak eserler, devletin elinde tahrip olmaya bırakılır.
Mesajlarınız için:
mbarlas@sabah.com.tr
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|