|
|
EMRE AKÖZ
Alınganlık tavana vurunca
Yıllar önce dergilerde yöneticilik yaparken sürüyle basın bülteni gelirdi. Bunlardan bir kısmı kadın parfümleriyle ilgiliydi; yeni çıkan kokular tanıtılırdı.
Bir, üç, beş derken, fark ettik ki bütün bu parfümler meğer "gizemli kadının" kokusuymuş!
Biliyorsunuz parfümlerde çeşitli koku öbekleri bulunur Meyve kokuları, sabun kokuları, baharat kokuları gibi... Her kadının tenine ve vücut kokusuna uygun bir parfüm seçmesinde yarar vardır. Beyaz tenliler başka, esmerler başka koku sürmelidir. Olgun kadın kokuları, genç kızlara yakışmaz. Ve tersi Genç kız kokuları, bazı durumlarda olgun kadınları gülünç dahi düşürür.
Ama o basın bültenlerini hazırlayan tecrübesiz halkla ilişkilerciler bunu bilmedikleri ya da bilseler dahi umursamadıkları için her parfüme aynı ibareyi yakıştırıyorlardı "Gizemli kadının parfümü..."
Klişeler cenneti Türkiye
Kategorileri (burada kadın kokuları) ortak olmasına karşın birbirinden farklı özelliklere sahip (yani değişik tarzda parfümler) nesneler için aynı sıfatları, aynı benzetmeleri kullanırsanız hem derdinizi anlatamazsınız, hem de sözü fakirleştirirsiniz.
Bunun nice örneklerinden biri de son yıllarda özellikle "gezi, eğlence, yemek, mekan" konulu yazılarda kullanılan "keyifli" kelimesi.
Frenkler'in 'life style' dediği bu alanda kalem oynatanları okuyun... Hafta sonu ilavelerindeki ve dergilerdeki restoran, bar haberlerine filan bakın... TV'lerdeki bu tür programlara kulak kabartın... Hep aynı şeyle karşılaşacaksınız "Keyifli lokanta, keyifli bar, keyifli mekan..."
Keyif veren maddeler
Yukarıda belirttiğim gibi 'sözün fakirleşmesi' ve 'farkların silinmesi' bir yana... Burada ayrıca bir dil sorunu da var.
Bir lokanta keyifli olamaz! Keyifli olan ya da keyif alan insanlardır. Tam da bu yüzden örneğin sigara ve alkollü içkiler için "keyifli maddeler" denmez; "keyif veren maddeler" (ya da 'keyif verici') denir.
Tabii şöyle bir itiraz gelecektir "Canım biz böyle derken dil oyunu yapıyoruz, bunun adı mecazdır; Batılılar'ın metafor dediği şeydir..." Eyvallah da... Peki niye "keyifli sigara" demiyorsunuz? Bir lokantanın "keyifli" (!) olup olmadığı tartışılır ama sigaranın keyif için içildiği apaçıktır. Eğer bu mantıkla giderseniz "çok keyifli bir kül tablası" da demeniz gerekir.
Velhasıl bu üç sebepten dolayı örneğin 'keyifli lokanta' tabiri benim için manasızdır. Benim yazılarımda geçmez.
Peki ben keyif ve keyifli kelimelerini kullanmam mı? Elbette kullanırım. Benim yazılarımda zevk, lezzet, keyif, hoş gibi kelimeler bol bol geçer. Ancak 'keyifli lokanta' ya da 'keyifli mekan' demem. "Büyük keyif aldık" derim, "Bize verdiği keyfi unutamam" filan derim.
'Keyif eşekte olur'
Bu 'keyifli' kelimesine taktım ya... İster istemez sağda solda gözüme çarpıyor. Örneğin eski yazarların bunu nasıl kullandığına bakıyorum. Geçen gün Hulki Aktunç'un Kitap-lık dergisindeki bir yazısında ise gayet gırgır bir cümleye rast geldim "Keyif eşekte olur." Sırtlarında eyer yarası açıldığında eşeği çayıra salarlarmış. Saksağanlar da bu yaralardaki kurtçukları yiyerek eşeği rahatlatırmış. Halk da bunun için "Keyif eşekte olur" dermiş Anadolu'da.
Çok komik, çok şirin bir ifade tarzı değil mi? Böyle olduğunu düşündüğüm için de buraya olduğu gibi aldım, Hulki Aktunç'un yazdığı o paragrafı.
(Not Bu deyişin başka anlamları, göndermeleri de olabilir ama Aktunç yazmamış, ben de bilmiyorum. Belki de yoktur.)
Ben de kullanıyorum!
Hay almaz olaydım!
Hıncal Abi gücenmiş. Dün aynen şöyle yazdı "Bu sözü ('keyifli') en çok kullanan yazar benim. Emre Aköz de dün 'Keyif eşekte olur' diyordu. Muhtemelen etrafına da 'Hıncal Ağbi'ye nasıl geçirdim' diyordur. Aferin Emre..."
Bu ne yüksek alınganlık katsayısıdır Allahım!
Bir insanın böyle yaşaması kim bilir ne kadar zordur! Alına alına hayat mı geçer?
Ama biz olayın 'psikolojik' yanını bir kenara bırakalım. Ve cevap verelim
1) Keyifli kelimesini (doğru ya da yanlış) kullanmayan yazar var mı şu Türk basınında? Haberlerde de sık sık geçer. Yani kelime Hıncal Uluç'un tekelinde değildir.
2) Bu kelimeyi ben de sık sık kullanıyorum. Ne yani, Hulki Aktunç'tan alıntı yaparak kendi kendime hakaret mi ettim?
3) İşin ironik yanı ve Hıncal Abi'nin fark edemediği şu Keyfin nesnede (yani lokantada) değil, canlıda (yani insanda ve şimdi de eşekte) olduğunu belirten benim. Hıncal Abi ise 'keyifli lokanta' klişesini kullanmakta ısrar ediyor. Yani eğer o sözden alınacak birileri varsa o da 'keyifli' olduğunu söyleyenlerdir; yani benim gibiler!
4) Hakikaten de çok güldük. Hayır, hayır; Aktunç'tan alıntı yaptığımda değil, dün sabah Hıncal Abi'nin yazısını okuyunca kahkahalarımızı tutamadık. Bütün gün alınganlık üzerine espriler yaptık.
Hassasiyet hezeyanı
Gelelim olayın psikolojik yönüne...
Alınganlık; pek sevilmese de, kolayca kabul gören bir özellik olmasa da 'olağan' bir insani durumdur. Hepimiz arada sırada alınganlık yaparız. Ama bir de eskilerin 'hassasiyet hezeyanı' dediği, alınganlık hastalığı vardır.
Psikoloji sözlükleri bu durumu şöyle tarif eder "Başkalarınca yapılan davranışların kendisini kötülemek ya da küçük düşürmek için yapıldığı sanısı..." ('Sanı' kelimesine dikkat!)
Alınganlığın aşırıya varmış hali bizim kültürümüzde, "Havada bulut var... Vay bana ördek dedin!" meseliyle ifade edilir.
Şimdi buna bir yenisi eklendi "Çayır ne güzel... Vay bana eşek dedin!"
Demedim yahu!
GÜNAYDIN YENİLENİYOR
Biliyorsunuz yedide sekiz yapıyordum Yani haftanın yedi gününde sekiz yazı... Sekizinci yazı cuma günleri Günaydın Extra'da çıkıyordu. Orada yemeklerden, içkilerden, gezmekten, tozmaktan filan söz ediyorduk. Bu hafta 'keyif' yazısı yok! Çünkü Günaydın yeniden tasarlanıyor. "O halde ben de Günaydın'a yazacaklarımı cuma günü buraya alayım" dedim. Ama Hıncal Abi izin vermedi. Beyaz gömleğime mürekkep sıçrattı. Tabii küçücük de olsa o lekeyi çıkarmak için epey uğraşmak gerekiyor. Lezzet konusuna yarın devam ederiz.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|