|
|
HINCAL ULUÇ
Fikir özgürlüğünü ne kadar istiyoruz?..
Bu ülkede fikir özgürlüğü gerçekten isteniyor mu, şüphedeyim.. Hele hele bu özgürlüğe en çok ihtiyaç duyan zümrenin, yani gazetecilerin "Gerçekten" bu özgürlükten yana olduklarını hiç sanmıyorum..
Bir yanda düşünce ve ifade özgürlüğü için kelle koyma söylemleri.. Bir yanda "Sus.. Konuşma" eylemleri..
Adli yılın açılış töreninde Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya bir konuşma yaptı. Söyledikleri önemli şeylerdi. Katılır, katılmazsınız.. O nasıl fikirlerini ifadede özgürse, siz de karşı fikrinizi ifadede özgürsünüz. Açıklarsınız. Tartışılır. Kamuoyu aydınlanır. Belki de önemli sonuçlar doğar. İfade özgürlüğünün yararı da budur.
O günden beri yorumları okuyorum.
"Eraslan Özkaya konuşmasın.. Böyle günlerde konuşmasınlar.. İlle de konuşacaklarsa, kısa konuşsunlar" diye özetleyebileceğim kaç yazı okuduğumu hatırlamıyorum.
İnsanların konuşmasına neden karşıyız?.. Neden onları susturmak istiyoruz?..
Susturmak, susturmaya çalışmak, yapacağımız en büyük hata.. Tam tersine çabalamalıyız.. Mümkün olduğu kadar insan konuşmalı..
Konuşan toplum olmanın yararlarını burada anlatmam gereksiz.. Susan toplumların felaketini de..
O zaman, hem de bir gazetecinin "Sus" demesi, susmayı teşvik etmesi, hatta susturma önlemleri istemesi kabul edilebilecek bir şey mi?.
Bugün sen susturursan, yarın seni susturmaya teşebbüs ederler, hatta sustururlar. Sonu nereye varır..
İfade özgürlüğünden doğacak zararları en iyi giderme yolunun gene ifade özgürlüğü olduğunu, burada bir kez daha tekrar etmeme gerek var mı?.
Şimdi gelelim Eraslan Özkaya özeline..
Cumhuriyet'in temeli, kaynağı anayasamız, kuvvetler ayrımı ilkesini getirmiştir.
Yasama, Yürütme ve Yargı egemenliği belirleyen güçlerdir. Bağımsız ama ayrı kurumlarda toplanacak ve birbirlerini denetleyeceklerdir.
"Demokratım" diyen herkes bu ilkeyi kabul eder ve destekler.
Yasama gücü Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne aittir. Burada özgürce yapılan konuşmalar bugün Meclis TV'sinden her an canlı yayımlanıyor. Önemli konuşmalar, ana haberlere ve gazetelere yansıyor.
Yürütme gücü Bakanlar Kurulu'nda.. Başbakan ve bakanlar hemen her gün konuşuyorlar. Konuşmaları muhakkak yankılanıyor, duyuluyor.
En az bu iki güç kadar önemli, devletin, egemenliğin, bağımsızlığın, cumhuriyetin temeli Yargı Gücü'nün sesini duymak ise, kolay değil.. Senede bir kez Anayasa, bir kez Yargıtay Başkanı'na konuşma, haber olma, gündeme gelme şansı veriliyor.
Şimdi en büyük yargı organlarının başkanları, yani Bülent Arınç ne ise, Recep Tayyip Erdoğan ne ise, anayasal olarak en az onlar kadar temel insanlar, ülke ve yargı sorunları konusunda yılda bir kez konuşma fırsatı buluyor ve bunu değerlendiriyorlarsa, hele bir gazeteci nasıl "Sus.. Uzun konuşma.. Hiç konuşma" diyebilir..
Hem de Avrupa Birliği Uyum Normları diye kıyameti koparanlar "Susma ve susturma"dan yana olunca, ben "Türkiye Avrupa yaşam tarzını ve felsefesini hazmetmeye hazır değil" diyen Giscard d'Estaing'e kızmak yerine, gidip teşekkür etme gereği duyuyorum.
Sevgili dostlarım...
İfade özgürlüğüne karşı çıkmayın.. Hiç ama hiç kimseye "Niye konuştun, niye düşünceni açıkladın" demeyin. Açıklanan düşüncelerin çaresi sizin de karşı düşüncenizi açıklamanızdır, hepsi o.. Konuşanı susturmak değil.
Aynanın önüne geçin ve kendinize sorun.. Tekrar tekrar sorun..
"Ben ifade özgürlüğünü gerçekten, içten istiyor muyum?.. Yoksa ifade özgürlüğü denen şey sadece bana uygun düşüncelerin açıklanmasından yana olmak mıdır?.."
Biraz samimiyet..
Lütfen biraz samimiyet!..
Tahkim.. mi?..
Denizlispor da Tahkim'e başvurmuş, saha kapatma cezasının kaldırılması için. Göztepe ve Karşıyaka üzerinde dehşet estirip, Fener'e gelince püf diye sönenler, Denizli'nin itirazını şimdi ne yapacaklar çok merak ediyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yargıya, hem de süreç devam ederken suç işleyerek müdahale ediyor. "Ağır" diyor. Ayıptır.
Fenerbahçe Başkanı, kendisini her şeyin üzerinde görüp, gene süreç devam ederken açıklama yapıyor "Antep maçını Saracoğlu'nda oynayacağız.." Ayıptır.
Sözüm ona futbol terörüne karşı, konu Karşıyaka, Göztepe olunca mangalda kül bırakmayan kutsal ittifak medyası, adaletin kılıcı Fener'i kesince yeri yerinden oynatıyor. Ayıptır.
..Ve Tahkim Kurulu, Trabzon faciasının bütün görüntüleri ekranlarda yüzlerce kez yayımlanmışken "Efendim biz delillere göre karar veririz" diye, delilleri de inkar eden bir özürün arkasına sığınıp, cezayı kaldırıyor.
Bu ayıp ötesidir. Bu Türk futbolunda adaletin bittiğinin ifadesidir. Bu Tahkim denen kurulun bittiğinin ifadesidir.
Bu Tahkim Kurulu, artık bu ülkede futbol terörünün bitmesine hizmet edemez. Çünkü kurul, artık teşvikçi olmuştur. Kırılan 650 koltuk, akan kanlar meydanda iken Fener'e eğilenler, Denizli'ye ceza verebilirler mi?.
Asıl kendileri holigan yönetimler, taraflı basın ve kukla kurumlar, bundan böyle spor sahalarında dökülecek kanların sorumlusu oldukları gerçeğini artık gizleyemeyecekler.
Tahkim Türkiye'ye önemli bir fırsatı kaybettirdi. Yazık etti.
Tüm bu ayıplar içinde, yürekten alkışladığım bir onurlu davranış var.
Özkan Sümer'in istifası..
Türk spor tarihinin en muhteşem tepkilerinden birini, hatta birincisini gösterdi Sümer..
Bravo.. Yüzlerce ayıp arasındaki, bu olağandışı onurlu davranışa binlerce tebrik..
Bir Tavsiye
Bu kitabı Galatasaraylılar okumalı!..
Önümde bir kitap bulunuyor...Yazarı Jeffrey Robinson...Arion Yayınları (Faks 0212 512 79 73) tarafından çıkarılmış ve Ayşe Emengen tercüme etmiş..
Adı; "Kara Para Aklayıcıları (The Laundrymen)."
400 sayfayı aşkın kitabı, heyecanlı bir polisiye gibi okuyorsunuz..
Tanıdık, tanımadık isimler var, önemli kişiler var, devletler var, kuruluşlar var..Var da var; İmelda Marcos'tan Noriega'ya kadar..
"... Kara para, büyük bir su birikintisine atılan taş gibidir. Taşın suya vurduğunu görürsünüz, çünkü su sıçrar. Batmaya başladıkça suyun yüzünde dalgacıklar olur ve birkaç saniye için de olsa taşın suya düştüğü noktayı hgörebilirsiniz. Ama taş derinliklere battıkça dalgalanmalar biter. Taş dibe ulaştığında, onun izleri çoktan silinmiştir, hatta belki kendini bile bulmak mümkün olmaz. İşte aklanan para da aynen böyledir.
Batırma aşaması para aklayıcının en savunmasız zamanıdır. Kirli parasını aklama işlemlerine sokamazsa, onu aklayamaz. Ama kirli parası bilgisayar ekranlarında rakamlara dönüştüğünde ve bu rakamlar da tüm dünyaya iletildiğinde, artık dalgalanmalar çoktan kaybolmuş ve taş artık kumlara gömülmüş demektir."
İşte böyle diyor, Jeffrey Robinson ve anlatıyor!..
Siyasetçiler.. Diktatörler.. Bankalar.. Avukatlar.. Dolandırıcılar.. Büyük şirketler.. Kurulan hayali şirketler.. Paravan şirketler.. Off-shore bankalar.. Aracılar.. Kara para aklamak isteyenlerin paralarını dolandıranlar.. Silah kaçakçıları.. Uyuşturucu kartelleri.. Sigara oyunları.. Hayali ihracatlar.. Antikacılar ve sanat eserleri satıcıları... Cayman Adaları'na kadar kara para aklama merkezleri..
Robinson, Avrupa'da yaşayan, araştıran, dünyada nelerin olup bittiğinin farkında olan ve bunları yazan, 16 kitabı yayımlanan ünlü bir New York'lu yazar...
"Para aklama tamamıyla el çabukluğuyla ilgilidir. Servet yaratmak için sihirli bir oyundur. Hatta belki de simyaya en yakın şeydir. Bu terim, rivayete göre Al Capone tarafından uydurulmuş. En büyük rakibi George 'Bugs' Moran gibi, Al Capone da kumar, fuhuş ve haraççılıktan yasalara karşı gelerek elde ettiği kazancını gizlemek için Şikago çapında, bozuk parayla çalışan bir dizi çamaşırhane kurmuş. Temiz hikâye ama gerçek değil" diyor Jeffrey Robinson.. Robinson'a göre "Kara para aklama, bugün dünyanın en büyük üçüncü ticareti ve şu anda yaklaşık 500 milyar dolarlık (Rakama dikkat.. 500 milyar) kara para aklanacak yer arıyor!.."
Şimdi geliyorum yazımızın başlığına...
Galatasaray Yönetimi'nin bulduğunu açıkladığı "99 milyon dolarlık stat kredisi" ile ilgili gölgeli iddialar ve görüntüler, bu kitabı okuduktan sonra, bütün Galatasaraylılar' a şu ciddi ve önemli ikazı yaptırıyor bana
"Dikkat.. Aracılar kim, banka nerede?. Krediyi hangi kuruluş veriyor ve para nereden ve nasıl geliyor?"
Bu soruların cevapları son derece şeffaf bir şekilde alınmadıkça, günün birinde Galatasaray Kulübü'nün başına büyük bir çorap örülebilir!..
Robinson'ın kitabını okursanız, ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız!..
ocaluluc@beko.net
Piriştina'dan yanıt!..
Türkiye'nin sporcu ve yönetici, 54 kişilik kafile ile katıldığı Güney Kore Üniversite Oyunları'na Ahmet Piriştina, Organizasyon Komitesi'nin bütçesinden, tam 97 kişi götürdüğünü açıkladı.
Gelecek oyunlar Türkiye'de yapılacak. Dünya üzerinde zerre iginçliği kalmayan, televizyonların yayımlamadığı, gazetelerin haber yapmadığı oyunları İzmir'in niye aldığı ayrı bir tartışma konusu..
Piriştina yeni oyunları düzenleyecek kentin belediye başkanı olarak kapanış töreninde bulunmak zorundaydı. Ama sadece o ve yanındaki minik bir heyet.. Sporcu kafilesinin iki misli bir turistik gezi değil.
Piriştina "317 bin dolar olan giderler, Üniversite Oyunları Organizasyon Komitesinin gelir kaynaklarından karşılanmıştır" diyor.
Sponsor Tansaş'ın bütçeye katkısından 317 bin dolar mahsup edilmiş.. Yani oyunların, yani İzmir halkının, yani Türkiye'nin parası Piriştina tarafından savrulmuş.
Kim bu 97 kişi, bakınca anlıyorsunuz zaten.. Büyük bir bölümü İzmir Belediye Meclisi üyeleri. Gene büyük bir bölümü, gazeteci. Spor değil yalnız. Hemen tamamı belediye muhabirleri.. Bir de büyük gazetelerin bölge temsilcileri.. Yani yaklaşan seçimler için harika bir yatırım.
Buna karşılık Olimpiyat Komitesi'nden ve Üniversitelerarası Spor Kurulu'ndan, yani asıl olması gerekenlerden tek kişi yok.
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, müfettişlerini bir kez daha İzmir'e yollamalı.. Milletin, devletin kesesinden bu seçim yatırımını yapmaya İzmir Belediye Başkanı'nın hakkı var mı, yok mu anlayalım, hele..
Taksi.. Minibüs..
Dün sabah köprü çıkışında trafik polisi yoktu, ama çıkış akıyordu. Çünkü uygar vatandaşlar, başlarında sopa olmadan da kurallara uymaları gereğini kabullenmişlerdi..
Ben de aralarında, onlarca araba sıramızı beklerken, dokuz uyanık, bu şeride dalıp, en öne geçti. Sağdan gelip en önde solu sıkıştırmak, tehlike yaratıyor bir. Daha tehlikelisi kavga çıkarabilir. Onun için buraya hep polis gerek.
Dokuz uyanık, dokuz başkalarının haklarına saygı göstermeyen sürücünün dördü taksi, dördü minibüs şoförü idi..
Bu önemli bir gösterge.. Bu kentte ana arterlerde trafiğin baş katilleri ne yazık ki ticari arabalar.. Dernekleri var. Bu dernekler sürücülerini eğitmek ve uyarmak zorundalar.. İlle polis, ille ceza değil.. Biraz da insanlık..
Ve bu birkaç kural tanımaz serseri, tüm taksi ve minibüs şoförlerinin adını kötüye çıkarıyor üstelik..
Biraz otokontrol lütfen..
SEVDİĞİM LAFLAR
İyi ya da kötü diye bir şey yoktur, bunu yapan düşüncelerimizdir.
William Shakespeare
BİZİM DUVAR
Orman yasasının çıkmasına gerek yok.
Birileri orman kanunlarını uyguluyor zaten.
(Ünal Turgut)
TEBESSÜM
Sevgiliniz sigara içmeye başlarsa ne yaparsınız?
-Paniklemeyi bırakın.. Sakin olun.. Ve içeri gidip bir adet "Viagra" için"!
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|