|
|
EMRE AKÖZ
Büyüklere 'yapboz' bulmacası
Oyuncak ve kırtasiye filan da satan büyük kitapçılara girdiğimde 'puzzle'lar hep dikkatimi çeker. 'Puzzle' (ya da 'jigsaw puzzle') dediğim Türkçe'ye sanırım 'yapboz' filan diye çevrilen bir tür bulmaca oyunu. Hani farklı biçimlerde kesilmiş minik karton parçalarını bir araya getirerek bir resmi ortaya çıkartıyorsunuz.
İşte o 'puzzle'ları her gördüğümde düşünürüm 40-50 milyon lira vererek anne babalar bunları çocuklarına alıyor. Veletler de daha yarısını tamamlamadan sıkılıp bırakıyor. Sonra da oyun bir kenara atılıyor.
****
Geçenlerde laf döndü dolaştı bu oyunlara geldi. Ben, "Çocuk oyuncağı işte" deyince bir kız arkadaşımız atıldı "Ama niye öyle diyorsun. Ben çok seviyorum..." Sonra da neler neler anlattı. Meğer durum benim sandığımdan çok daha karmaşıkmış. 'Puzzle'lar çevresinde küçük çaplı bir 'kültür' oluşmuş.
****
Bir kere bu oyunlar sadece küçüklere hitap etmiyor. Koca koca kadınlar ve erkekler alıp koşa koşa evlerine gidiyorlar. Bir heyecan kutuyu açıp parçaları birleştirmeye çalışıyorlar.
Kimi manzara, kimi hayvan, kimi sporcu resminden hoşlanıyor. Ellerindeki yol gösterici küçük resimden hareketle büyük bulmacayı oluşturmaya çalışıyorlar.
Mesela bizim arkadaş eski ressamların tablolarına bayılıyormuş. Son olarak Velazquez'in fotoğrafını gördüğünüz 1648 tarihli 'Aynadaki Venüs' tablosunun yapbozunu almış.
Bu arada uyardı bizi "Dikkat edin resim tek rengin tonlarından oluşmasın. O zaman tamamlamak çok ama çok zahmetli oluyor."
Şimdiye kadar anlattıklarım işin olağan yönü. Peki yapboz tamamlanıp, resim ortaya çıkınca ne oluyor dersiniz? Ondan sonrası da bir alem! Diyelim ki 40 milyon lira bayıldığınız yapbozu ne yapacaksınız? Efendim o da şöyle oluyormuş...
Eserinizi sokağa atacak değilsiniz ya... O kadar emek verdiniz. Hem zaten resimden de hoşlanıyorsunuz. Ne yapmalı?
Hemen bir çerçeveciye gidiyorsunuz. Mesela ona da bir 60 milyon bayılıp yapbozunuzu çerçeveletiyorsunuz. Böylece elinizde yaklaşık 1500 parçadan oluşan, 80x60 cm. ebatında bir Velazquez resmi oluyor. Sonra da bunu evinizin uygun bir yerine asıyorsunuz.
Ben bu işlere uzağım. Doğrusunu isterseniz yapboz bulmacanın bir tablo, bir poster gibi duvara asıldığını ilk kez duydum. Tabii ama neden olmasın? 'Ağlayan Çocuk' posterinden daha tuhaf bir 'kültür objesi' değil ki!
Aman siz siz olun yapboz alırken bitirdiğinizde evin neresine asacağınızı önceden hesaplayın.
****
"Sahi sen de astın mı" diye sordum arkadaşa. "Astım ama..." dedi, "elbette salona değil; yatak odasına."
Tabii o bunları anlatırken biz Velazquez'in resmini henüz görmemiştik. Sonra aradık, bulduk. Eh, bence de yatak odası daha uygun. Hele bizim arkadaş gibi yalnız yaşayan bir kadınsanız.
Yoksa 'Velazquez'i, 'puzzle'ı mazılı nasıl anlatırsın; kahve içmeye buyur etmek zorunda kaldığın meraklı komşu Hatice Teyze'ye ya da 'Bakalım bizim kız ne alemde' diye çat kapı teftişe geliveren Hikmet Dayı'ya...
En çok sevilen yaz meyvesi
Daha çok muzır işlere takılan 'itiraf.com'cular bu kez ilginç bir anket düzenlemişler. Soru şöyle "En çok sevdiğiniz yaz meyvesi hangisidir?"
Dün ben anketin sonuçlarına baktığımda 13 binden fazla cevap gelmişti. Tabii bu 'bilimsel' bir çalışma değil. Üstelik anket sadece internete girip de itiraf.com sitesine takılanları kapsıyor.
Ama yine de alışkanlıklarımıza ve zevklerimize ilişkin bir fikir verebilir.
Buna göre karpuz yüzde 32 ile açık ara birinci. Onu yüzde 12 ile şeftali takip ediyor. Ben en çok kavunun ancak altıncı gelebilmesine şaşırdım. Hani Türkler'in ünlü "kavun-beyaz peynir-rakı" formülü?
Neyse... Ve işte toplu sonuçlar Karpuz yüzde 32, Şeftali yüzde 12, Kiraz yüzde 12, Çilek yüzde 11, Can erik yüzde 7, Kavun yüzde 7, Üzüm yüzde 3, Dut yüzde 3, Kayısı yüzde 2, Vişne yüzde 2, Nar yüzde 1, Armut yüzde 1, Muşmula yüzde 1, Mürdüm eriği yüzde 1, Yeni dünya yüzde 1... (Ankete cevap verirken 'aklına gelmeyenler' ise yüzde 3).
ooo
Ben bu siteye gelen itiraflardan alıntı yaptığımda şöyle eleştiriler aldım "Efendim itiraf.com artık 'out' oldu. Ayrıca böyle alıntı malıntı yapınca, sanki konu bulamamış da durumu idare etmiş gibi duruyorsun."
Kabul. Öyle algılanabilir. Ama benim için durum farklı. Bence Türk'ün bilinçdışı ve günlük hayattaki olağan deliliği orada gün ışığına çıkıyor.
Mesela günlerdir bu köşede 'g-string' tipi külotlardan söz ediyoruz. Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin; başka nerede şöyle bir cümleyi okuyabilirsiniz "Evde toka bulamadığımda saçımı g-string ile topluyorum." (Kadın, 28, Ankara).
'T-box'çılara bunu da duyurmuş olayım.
O halde ayrıntıya girelim
Murat İlter (İzmir) diyor ki "Şair Cemal Süreya'nın soyadındaki iki 'y'den birini attığını yazdınız. Bu ilginç hususu bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Fakat yazınızda şairin 'soyadı'nın Süreya olduğunu belirtmişsiniz. Halbuki şairin soyadı Seber'dir. O da Özdemir Asaf (Arun), Ahmed Arif (Ünal), Bedii Faik (Akın), Nazım Hikmet (Ran) gibi soyadını kullanmayan şahsiyetlerdendir." Evet, ben de biliyorum ama o yazıda bu ayrıntıya girmek gerekmiyordu. Hem şu da var Zaten şairimizin adı da 'Cemal' değil 'Cemalettin'dir.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|