|
|
EMRE AKÖZ
Gözleme cumhuriyeti
Önce Beyoğlu'nun ara sokaklarında, ardından da cadde üzerinde gözlemeciler açıldığında; normaldir, burası aynı zamanda üniversite kenti, ucuz yiyecekler de gerekli diye düşünmüştüm.
Ancak görüyorum ki Türkiye bir gözleme cumhuriyeti haline gelmiş! Nereye gitsek karşımıza bir gözlemeci çıkıyor.
Ben ilk kez geliyorum Kamusal alanını da, özel alanını da turizme endekslemiş olan Dalyan'dayız... Hani karetta (caretta) kaplumbağalarının memleketi.
Ama önce biraz çevreden söz edeyim...
****
Yukarıda Köyceğiz gölü var. Gölün suları, bir kanaldan aşağıya, denize doğru akıyor. Dalyan göl ile deniz arasına kurulmuş. Burada yüzmek mümkün değil. Eğer otelin havuzuna mahkum olmak istemiyorsanız; ya bir motora, tekneye binip pata pata denize ineceksiniz... Ya da aynı şeyi otomobille, minibüsle yapacaksınız.
Biz motoru tercih ettik... Çevre sazlık dolu. Motorcu Osman labirent gibi sazlıkların arasından süzülerek deltayı geçiyor. Bu arada anlatıyor Yeni almış 6 kişilik tekneyi. İkinci el. Tamir ve bakım için sezonun bitmesini bekliyormuş. "Benim hanım da İztuzu'nda gözleme yapıyor" diyor.
İztuzu plajı gölden gelen nehir sularıyla denizin öpüştüğü yer. Hatta öpüşme değil savaş! Geçenlerde iki çocuk anafora kapılıp boğulmuş.
Delikli Ada dedikleri yerde biraz yüzüyoruz. Şahane bir su. Sonra İztuzu'na dönüyoruz. 'Algida'lı şemsiyeler uzayıp gidiyor. Kum cayır cayır. Tahmin edeceğiniz gibi kafedeki az sayıda yiyeceklerden biri gözleme! Fiyatı turistik 3 milyon.
"Hello, hello" diye bağıran bir oğlan beliriyor. Alman, İngiliz ve Rus turistlerle birlikte güneşleneceksek bir şemsiye ve iki şezlongu kiraya verecekmiş. Kaça? 7.5 milyon lira. "Ooo, iyi para" diyorum. "Bize kalmıyor, devletimize gidiyor abi" diyor.
Deniz ile şemsiye ordusu arasında 20 metrelik bir şerit boş bırakılmış. Oraya şezlong kurmak yasak. Çünkü karettaların yumurtlama alanı.
Bize uymaz buraları... Tekrar motora binip dönüyoruz. Adam boyundaki sazların arasından, küçük kırlangıç orkestrasını dinleyerek... Dalyan'ı geçip bu kez yukarıya çıkıyoruz. Çamur banyosuna!
Aman Allah'ım! Çamur havuzuna girmişler. Üstlerinde mayoları var. Gri çamuru açıkta kalan yerlerine buluyorlar. Çoğunluğu Rus. Biri diğerini el işaretleriyle uyarıyor 'Yanağına da sür, yanağına'... O da sürüyor çamuru.
İşlem şöyle Çamuru sürüyorsun. Sonra en az 45 dakika güneşin altında dolanıp kuruyorsun. Ardından da duş ve termal havuzda 'cila' yapıyorsun.
Karnımız acıkıyor. Neler var yiyecek? Evet, tabii ki gözleme! Bir de yarım ekmeğe hamburger!
Neyse biraz daha ıvır zıvırla vakit geçirip kaldığımız Hotel Dalyan'a dönüyoruz. Havuzdan pek hoşlanmam ama o çamur orjisinden sonra gözüme bir hoş görünüyor. Hem otelde gözleme de yok!
Buzda tereyağı
Çoğu İstanbul lokantasında bir adet vardır Uysa da uymasa da, yaz kış, hemen her yemekte, önden tereyağı gelir. Aslında genel olarak yağlı yiyecekler (örneğin tulum peyniri), özel olarak da tereyağı içkiden önce yenir. Amaç içkinin mideden geçiş süresini uzatarak sarhoş olmayı engellemektir. Üstelik bu durum lokantacının da işine gelir, çünkü çakırkeyif müşteri daha çok içki tüketir.
Neyse... Yemekten önce tereyağı gelmesi iyidir hoştur da bunun her zaman buzlu olması, buzlu suda yüzmesi biraz tuhaftır. Hele kızarmış ekmek yoksa durum iyice abuklaşır. Çünkü tereyağını çözülmüş, kendini bırakmış bir şekilde yemek gerekir. Bıçağının ucuyla azıcık alıp ekmeğine sürersin.
Buna karşılık sert, katı haldeki tereyağı hem soğuk ekmeğe sürülmez, hem de azı yetecekken fazla fazla tüketirsiniz.
Özetle bir lokantacının sağdan soldan görerek mi, yoksa bütün bunları bilerek mi bu işe soyunduğu tereyağından belli olur.
Tereyağının niye buzlu suda olması gerektiğini en güzel Hotel Dalyan'ın sabah kahvaltısında gördüm Saat henüz 0800 ama hava gayet sıcak... Likya kaya mezarlarının önünde, Dalyan kanalının yanı başında kahvaltı edilecek. Tam da olması gerektiği gibi tereyağı buzla hazırlanmış. Böylece saatler sürecek kahvaltı vakti boyunca diri kalabilecek tereyağı parçaları. Tabağınıza alınca da eriyip gidecek!
İşin acıklı tarafı
Bu yıl Dalyan'da turist az. Savaş sırasında bir sürü rezervasyon iptal edilmiş. Kanala bakan restoranlar durumu idare ediyor. Buna karşılık iç taraftakiler zorlu günler geçiriyor.
Her lokantanın önünde bir çığırtkan, bir teşrifatçı, bir gelgelci! Ellerinde olsa, gözünüz kapının önünde duran dev mönüye takılmasa dahi, kolunuzdan tutup içeri çekecekler.
Birisinin önünden geçiyoruz. Kocaman 'Traditional Turkish Food' yazıyor; geleneksel Türk yemeği... Ne olabilir? İmam bayıldı, karnıyarık, zeytinyağlılar filan. Ama hemen bir yazı daha "kebabs" Adana, Urfa, Ali Nazik...
Bitti mi? Bitmedi. Alın bir yazı daha "Irish Coffee". Kapıdaki zıpçıktı oğlana, "Demek İrlanda kahvesi de var ha!" diyoruz. "Var abi" diyor, "her şey var, ne isterseniz var, yeter ki siz gelin."
Turizm iyi hoş da... Tüm ekonomisini turizme bağlayan kasabaları kriz dönemlerinde hüzün basıyor.
TATİLCİYE KÜÇÜK BİR UYARI
Otomobİlİmde klima var ama pek kullanmam. Çünkü, hem zaten güçsüz olan motorun devrini düşürüyor, hem de benzin sarfiyatını artırıyor. Camları açtık mı püfür püfür gidiyoruz. Ancak güneye doğru inerken klimayı çalıştırmak gerekti. A.C. düğmesine bastım, onu bunu çevirdim; yok, çalışmıyor. Resmen fırının içinde gidiyoruz. Arkadaşlara telefon ettim 'Klimanın gazı uçmuştur, bir serviste doldurt' dediler. Bizim Seyit usta bakım yaparken atlamış demek ki... Aracınızla sıcak yollara dökülecekseniz klimayı kontrol edin.
Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya
tıklayın
|
|
|
|