kapat
02.07.2003
YAZARLAR
ATV
EKONOMİ


TÜRKİYE
DÜNYA
POLİTİKA
SPOR
MEDYA
SERİ İLANLAR
METEO
TRAFİK
ŞANS&OYUN
ACİL TEL

MEHMET BARLAS


Katharine Hepburn'un aşk anlayışı üzerine...

Evinizdeki yemeğe, misafir davet edersiniz. Büyük bir telaş ve özenle, yemekler pişirilir.

Ama hiçbir ev sahibesi, "Acaba gelen misafirler hangi yemeği sever" diye soruşturmaz.

Her yemekli davette, o evde yaşayanlar hangi yemekleri seviyorsa, onlar ikram edilir konuklara da.

Misafirler de, "Sizin mantınızın ve zeytinyağlı dolmanızın üstüne yok" diye, her yemekli davette kendilerine sunulan çeşitler üzerine, övgüler düzerler.

Acaba, bütün bireysel ve kurumsal ilişkiler, böyle tek taraflı beğeniler çerçevesinde yazılan bir senaryoya dayalı mı sahnelenmelidir?

Önceki gün vefat eden Katharine Hepburn, 27 yıl aşk yaşadığı, ama bir türlü evlenemediği Spencer Tracy ile ilişkisini yorumlarken şöyle demiş

- Aşk, karşılık olarak almayı beklediklerinle ilgili bir olay değildir. Aşk, neleri verebileceğine dayalıdır. Bu da, her şeydir. Aşktan alabileceğin şeyler değişir. Ama aldıklarına bağlı olarak vermeyi hesaplarsan, bu aşk olmaz. Sen aşık olduğun için verirsin ve vermekten alamazsın kendini!

Katharine Hepburn, acaba ne bekliyordu da, alamadı Spencer Tracy'den?

Belki evlenmeyi bekliyordu...

Ama Spencer Tracy Katolik olduğu için, ayrı yaşadığı eşi aktris Louise Treadwell'den boşanması, inançları açısından mümkün değildi.

Başta da vurguladığımız gibi, kurumlar ve devletler arasındaki ilişkiler de, bu tür bireyler arasındaki ilişkiler gibi midir?

Örneğin Türkiye ile Avrupa ilişkileri, bir aşk ilişkisi mi, yoksa karşılıklı alıp-vermeye dayalı bir bağlantı mı?

Herhalde bir aşk değil bu!

Çünkü verdiğimizi zannettiğimiz şeyler (biz bunlara taviz diyoruz), Avrupa'ya hiçbir şey katmıyor.

Mesela Türkiye'de karakollarda işkence yapılmazsa, asker, sivil siyasete müdahale etmezse, idari kararların her çeşidine yargı yolu açılırsa, bundan İngiliz veya Hollanda vatandaşları ne elde edecek ki?

İstiklal Marşımız'da "Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hak'kın" diye bir söylem vardır ya.

İşte böyle bir şey hukukun üstün olması veya insan haklarının çiğnenmemesi.

Bu çağda uluslara, bağımsızlık ve egemenlik yetmiyor ki.

Despot bir yönetim, egemenlik hakkını kullanmak gerekçesiyle, kendi halkını ezebiliyor, soyabiliyor, kitle halinde öldürebiliyor.

Hesap sorulunca da, "Ben bağımsız bir devletim. Benim iç işlerime karışamazsınız"diyor.

Böyle örnekleri bilmiyor musunuz?

Özetle, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri, tabii ki bir "Aşk ilişkisi" değil.

Taraflar birbirlerine, sadece aşkın gereği olarak, hiç karşılık beklemeden, verebilecekleri her şeyi vermeye çalışmıyorlar.

Ayrıca, ne Türkiye Avrupa Birliği'ne, ne de Avrupa Birliği Türkiye'ye mecbur.

Bu "mecbur olmak" hesabını Amerika'nın Irak'a müdahalesi arifesinde yaptık. "ABD Türkiye'ye mecbur. Biz olmazsak, ABD Irak'a saldıramaz" dedik.

Hesabın yanlışlığı ortaya çıktı ama hala aynı hesap yine sürdürülüyor bazı çevrelerde..

- Amerika Irak'ta istikrarı sağlamak için Türkiye'ye mecbur. Biz yardım etmezsek, Amerika Irak'ta bataklığa saplı kalır!.

Bu görüşler de duyulmuyor mu şimdi?

Sanki Amerika Almanya ve Japonya'yı, bizim yardımımızla yeniden yapılandırdı.. Sanki biz olmasaydık Sovyetler çökmezdi, Doğu ve Batı Avrupa birleşmezdi..

Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi de aynı mecburiyet zeminine oturtma eğilimleri var.

- Biz olmazsak Avrupa Birliği eksikli kalır. Bu yüzden, Kıbrıs'ı çözmesek de, askerin siyaset üzerindeki egemenliğini korusak da, Avrupa bizi içine almak zorunda.

Katharine Hepburn-Spencer Tracy aşkını konuşurken, nerelere geldik!

Sanki biz, geçen yüzyılla Katolik nikahı mı yaptık ki, eski ve çağdışı alışkanlıklarımızdan boşanamıyoruz?

Olur mu böyle şey?

ŞAKA

Çözümün kaynağı!
Yolsuzluklara kızan gazeteciler ikiye ayrılır

1- Susan gazeteciler.

2- Kendi patronları dışında, herkes hakkında yazan gazeteciler.

Demek ki çözüm, medyadan değil, TBMM Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'ndan çıkacak!

VETO-MATİK

Yargıç Sezer, Çankaya'da zorlanıyor!
Eski bir yargıç olan Ahmet Necdet Sezer, meslekteki yıllarında, mevcut kanunların, ihtilaflara uygulanması görevini yaptı.

Şimdi önünde yeni bir fırsat var.

Türkiye'nin gelişimini engelleyen kanunlar değiştiriliyor. Çağdaş uygarlık ile kaynaşmak için "Uyum Paketleri" çıkartılıyor.

Ancak Ahmet Necdet Sezer, bu yeni kanunları sürekli veto etmekte!

Sezer, kanunları uygulayan bir yargıç olmaktan, kanunları yapan ve yürürlüğe sokan bir konuma geçmiş olmaktan fazla mutlu değil.

Üstelik bu mutsuzluğunu, Avrupa Birliği sürecini uzatarak ifade ediyor.

Veto ettiği her kanun, önüne aynı içerikle yeniden geliyor ve o da, zorunlu olarak imzalıyor bunları.

Keşke, İtalyanca, Fransızca veya Almanca dillerinden birine hakim olan ve bizim hukukumuzun temelini oluşturan metinlerin, yeni yasalaştırmalar ve içtihatlar yoluyla nasıl değiştiğini izleyebilen bir hukukçu, Cumhurbaşkanı olsaydı.

Yargıç Sezer, Cumhurbaşkanı kimliğiyle, değişime ayak uyduramıyor.

Mesajlarınız için: mbarlas@sabah.com.tr


Haberleri gazete sayfası görüntüsünde okumak için
SABAH e-Medya"ya tıklayın

<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
TEMA
Sarı Sayfalar


Sizinkiler
ArboMedia

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır