kapat
31.03.2002
 GÜNAYDIN
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 İSTANBUL
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 SABAH
 FOTOMAÇ
 GÜNAYDIN
 ŞAMDAN
 CİNSELLİK
 EMİNE BEDER
 SABAH PAZAR
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Eyvah cüzdan gidiyor

Haberi görmüşünüzdür. Vakko'nun ilkbahar-yaz defilesi 17-20 Nisan arasında Beyoğlu'ndaki mağazasında yapılacak. Vakkocular yeni kreasyon hakkında fikir edinmemiz için fotoğraflar göndermişler. Gazeteler, haklı olarak, fıstıklı olanları kullandılar. Benimse gözüme bu cevizliye takıldı işte: Bir yankesicilik vakası! Cüzdanı gitti gidecek...

Bu vesileyle, kriz yüzünden artan vakaları da düşünerek, arkadaşımız Sırrıberk Arslan'ın, Emniyet'in verilerinden derlediği belli başlı hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık tiplerini buraya alıyorum:

İŞTE SÜPER TEZGAHLAR

1. Tantanacılık: Biri önden, diğeri arkadan yaklaşır. Kurbanı aralarına kıstırıp kavgaya tutuşurlar. Kurban ayırmaya kalkışırsa oltaya takılır, cüzdan uçar.

2. Tektencilik: 'Tekerlek üstücü' de denir. Otobüste, metroda, el çabukluğu ya da jiletle cüzdan alınır.

3. Tırnakçılık: Araplar'dan ithaldir. Kiralık araba ve şık kıyafetle turist havasında gelirler. Kurbana, 'Döviz bozduracağız; ucuza satarız' deyip sahte dövizi yuttururlar.

4. Kaldırımcılar: Sosyetik giyinirler. Çocuk da bulunur. Büyükler kurbanı oyalar, çocuk malı götürür. Yakalanırsa, 'Seni gidi hırsız' diye çocuğa iki tokat bir tekme atıp kovarlar, çocuğu kurtarırlar.

5. Zarfçılık: Parasını çeken yaşlı emekliye, 'Öyle saklarsanız; çarptırırsınız' diye yaklaşılır. Kurban 'Ne yapayım' dediği an zokayı yutmuş olur. Cebinden çıkardığı zarfa parayı yerleştirip, 'Böyle yapın' diye iç cebine yerleştirir. Sonra çıkartıp iade eder. Bu arada zarfı değiştirmiştir.

6. Ayıklama: Plaj veya havuz hırsızlığı. Suya girenin eşyası 'ganimet' olur.

7. Açık kasa: Dükkana ayrı ayrı girerler. Derken biri göstere göstere elbiseyi alıp kaçar. Mağaza sahibi fark etmezse diğeri uyarır. Kurban hırsızın peşine düşünce diğeri kasaya yönelir.

8. Pislikçilik: En iğrenç yöntem. Kurbanın üstüne kusar ya da hapşırır. Sonra da binbir özür dileyip temizlemeye ayağına yatarak cüzdanı alır.

9. Matizcilik: Sarhoş taklidi yapabilmek için üstüne alkolü boca eder. Yere yıkılırken kurbanına sarılıp cüzdanı götürür.

10. Madaracılar: "Bu antika saati ucuza satıyorum, anneme ilaç alacağım" numarası. Kurban kuşkuludur. Bu arada diğeri yanaşır ve saati ucuz bulup almaya kalkışır. Pazarlığa girişir. Bunun üzerine kurban hırslanıp kazığı yer.

11. Sövüşçüler: Kurbana dost gibi davranıp ilaçlı kolayı içirir.

12. Papelcilik: Eski 'Bul karoyu, al parayı' numarası. Biri kağıtları karıştırır. Dümenci, vatandaş gibi gelir, parayı basıp kazanır. Heveslenen kurban olur.

13. Muslukçu: Camilerde çalıp, abdest alanın cüzdanı yürütür.

Son söz: Emniyet güçleri, bütün bu numaralara karşı tedbir olarak, 'Fazla para taşımayın; kredi kartı, çek kullanın. Tehlikeden uzak durun' diyor. Ama hepimiz biliyoruz ki bunların hiçbiri bir kadını durduramaz; hele eşimiz olursa!

Kilomu nasıl koruyorum?

Kilo koruma esprisi geçen haftalarda kazandibi yazısı için hazırlık yaparken çıktı. Hasan Usta mı, Sefer Usta mı diye aramızda tatlı tatlı tartışırken, Erdal (Şafak) Abi karnı acıkmış, ağzı sulanmış biçimde odasından fırlayıp, "Hem kilonu korumaya çalışıyorsun, hem de kazandibinin peşinde koşuyorsun" diye seslendi.

Cevabım hazırdı: "Evet, ne olmuş yani? Kilomu korumaya çalışıyorum!" Erdal Abi bir saniye durdu, göbeğime baktı, sözümü tarttı, gülümsedi ve gitti. Ancak herkes aynı hızda kavrayamıyor olayımızı. Sanki sadece zayıflar kilosunu korumaya çalışırmış gibi bir sanı var. İşte bu yanlış anlamayı bertaraf etmek üzere yazı dizimizi başlatıyorum.

İlk örnek Kadıköy'deki Yanyalı Fehmi Lokantası. Çarşı içinde, Osmanağa Camii'nin hemen yanında. Kuruluşu 1919 yazısını görmeseniz sıradan bir esnaf lokantası bile sanırsınız. Fehmi Bey'in oğulları Erdoğan ve Engin Sönmezler işletiyor. Artun Ünsal'ın Benim Lokantalarım adlı kitabında ayrıntılı bilgi bulabileceğiniz için hemen geçen haftaki yemeğe geçiyorum...

Önden terbiyeli paça çorbası. Üzerine bir çay kaşığı kadar sarmısak sosu. Biraz kırmızı biber. Ardından, Fehmi'ye dadanmamıza neden olan asıl yemek: Arpaçık soğanlı yahni. Abartmadan olmaz; onun için de yanında pilavla cacık. Yahninin suyuna ekmek banmayı unutmuyoruz. Üzerine, bastırsın diye, yoğurdu sarımsak koklatılmış bakla. Tatlı olarak da aşure. Sonra da bir bardak çayla sigara. İnsan yaşadığını hissediyor.

Ve bir anekdot: Kaybedenler Kulübü'nden Kaan Çaydamlı, Mete Avunduk'u geçenlerde Fehmi'ye götürmüş. Laf oraya gelince, "Mete neydi senin bayıldığın yemek" diye bağırdı Trip'te. Mete üşenmedi, birasını bıraktı, barın öteki köşesinden geldi. "Adını bilmiyorum, küçük soğanlı bir şeydi" diye anlatmaya çalışıyor. "Soğanlı yahni!!!" diye bağırdım. "Hah o işte, müthişti" dedi gözleri parlayarak. Midenin yolu birdir!

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)

Dağlarca'nın hatası

William Golding ıssız adaya düşmüş çocukları anlattığı Sineklerin Tanrısı adlı romanında Domuzcuk'a ateş yaktırır. Bilimi simgeleyen Domuzcuk, topladığı kuru yaprakları gözlüğünü kullanarak tutuşturur. Ne var ki Domuzcuk miyoptur ve bildiğiniz gibi içbükey camlar ışığı toplamaz, dağıtır; yani ateş yakmak imkansızdır.

Lisedeki İngilizce hocamız İris Alper, "Sanatçılar bazen bu tip bilimsel-teknik hatalar yapar ama yanılmayın, bu onların edebi güçlerini eksiltmez" demişti. Kulağımıza küpedir.

Gelelim günümüze. Yaz saati uygulaması başladı. Güneş ışığından daha çok yararlanmak için saatlerimizi ileri aldık. Yazı işleri müdürümüz Atilla Güner geçenlerde Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Takma Yaşamlar Çağı'ndan bir şiirini getirdi: Bir Sayrının dediği. Şair bu saat uygulamasına karşı çıkıyordu. Şiiri dikkatlice okuduk. Aa, Dağlarca hata yapmıştı! İleri saat uygulamasının; çocuk, yaşlı ve hastalara (o 'sayrı' diyor) 'kötülük' olduğunu, çünkü bu yüzden gün ışından daha az yararlandıklarını ileri sürüyordu. Olsun: Ne şairin değeri düştü gözümüzden, ne de şiirin. Küpe yerinde çünkü.

Güzel kadın kimdir?

Önce uyarayım: 'En İyi 10 Türk Romanı' soruşturması için verdiği listeye Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul'unu dahil etmeyen 'aydını' defterden silerim! Geçenlerde Kuntay'ın kadın beğenisiyle ilgili bir yazı gördüm. Üstada saygımı tazeledim. Okuyalım: "Kadında güzellik anlayışı başkaydı onun: Kemik güzeli derdi, çizgi güzeli derdi, renk, ışık güzeli derdi... Eğer ucu bir şeytan fiskesiyle hafifçe havaya kalkmış bir burun görürse, yahut ince bilekli iki kılıç bacak, yeterdi ona: Bu güzel kadındır! Yaşa bakmaz, ellilik bir 'şuh-u güzeşte'ye, 'Hayat var onda, hayat... Mektep kokmuyor!' diye adeta iç çekerdi." (Yusuf Ziya Ortaç, Portreler)

Bu tartışma bitmez

Kavgayı uzatmanın manası yoktu. Karısına yaklaştı: "Tamam tatlım. Düşündüm de; sen haklısın. Ben yanlış anlamışım. Özür dilerim. Senin dediğin doğru." Kadın burnundan soluyarak cevap verdi: "Bu lafların bir yararı yok... Fikrimi değiştirdim."

Bir Sayrının Dediği

Utanmıyor musunuz

Yaz geldi mi

Saatleri ileri almaya

Bu doğaya ters bir eylem

Işığın

Azalan tadını çoğalan tadını

sevmemek bu

Son yuvarlağın dışına çıkmak

değil midir yaptığımız

Yaşamaları

Saatler süresine indirmek bu

Öteki soluğudur belki de

Kendinden bile dışarı çıkmasıdır

Evrenin yılda iki kiz yaptığı değişim

Utanmıyor musunuz

Çocuklara yaşlılara hele sayrılara

Daha uzun aydınlıklar

yaşatmamaktan



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır