Tamek - Fruko ailesi içinde yaşanan ve geçtiğimiz hafta gazete sayfalarına yansıyan miras kavgası, gerek toplumumuzda, gerekse yasalarımızda "miras hakkı" denilen şeyin ne olduğu ve nasıl anlaşıldığı konusunu tartışmak için zengin bir malzeme oluşturuyordu.
Olayın benim için ilginç yanı, ortaya dökülen aşk iddiaları, kurulan kumpaslar ve insanları anne-babalarına can düşmanı haline getiren hırslar vs. değildi.
Ben, Sipahioğlu ailesinin kızlarının, henüz sahip olmadıkları bir mal üzerinde böyle açıkça hak iddia edebilmelerini ilginç buldum.
Kızlar babalarının sahip olduğu fabrikayı ucuza sattığını, malını mülkünü iyi idare etmediğini, har vurup harman savurduğunu iddia ederek mahkemeye başvurmakla aslında daha şimdiden, ileride kendilerine miras kalacak olan servet üzerinde hak iddia etmiş oluyor, daha şimdiden o servetin sahibi gibi davranıyorlar.
Bunu yaparken de, muhtemelen miras hukukumuzda yer alan "kanuni mirasçı" ve "kanuni mirasçının mahfuz hissesi" gibi kavramlardan hareket ediyorlar.
Oysa bu noktada, "miras hakkı" denilen şeyin ne olup ne olmadığına bir daha bakmak ve şu soruyu sormak gerekiyor:
Miras hakkı, miras bırakma hakkı mıdır, yoksa miras alma hakkı mı?
Ya da bu ikisi madalyonun iki yüzü gibi midir? Birileri miras bırakma hakkına sahip olunca, başkaları da otomatik olarak "mirasa konma" hakkına mı sahip olmuş olur?
Bence hayır!
Mirastan sözederken, kişinin miras bırakma hakkından sözetmemiz gerekir. Bu hak, mülkiyet hakkının bir parçasıdır. Bir kişi, kendi mülkü üzerinde her türlü tasarrufa bulunma hakkına sahiptir. Kendi ölümünden sonra o mülkün kim tarafından ve nasıl kullanılacağına karar verme hakkı da mülkiyet hakkının bir uzantısıdır.
Ama aynı şekilde, servetini kötü idare etme, har vurup harman savurma, altından girip üstünden çıkma hakkı da mülkiyet hakkının ayrılmaz bir parçasıdır...