Gülersiniz değil mi? İtirazınızın tek nedeni o formülü Einstein'ın 100 yıl önce bulmuş olması değildir. "Sen fizikçi değilsin ki" dersiniz, "Ne anlarsın ışıktan, kütleden, enerjiden..."
Doğru mu? Doğru...
Peki aynı tavrı neden Hollywood filmlerine göstermiyoruz? Neden oradaki sahneleri sanki gerçek hayatta da öyle olmuş gibi kabul ediyoruz? İşte bunu anlamıyorum.
Örneğin Oyun Teorisi'ni bulan, daha sonra şifzofren olan ve 1994'te Nobel alan John Forbes Nash'in hayatını anlatan kitaba dayanarak çevrilen Akıl Oyunları (A Beautiful Mind)...
Bu filme ilişkin çok şey söylendi. Kimi bayıldı göklere çıkardı... Kimi tutmadı... Russell Crowe'un bu filmdeki performansıyla bugün Oscar alabileceğini düşünenler var... Buna karşılık Murathan Mungan özetle, "Crowe'u beğenirim ama bu filmde rol kesiyor" diye eleştirdi...
Ayrıca filmin John Nash'in hayatına ilişkin birçok noktayı pas geçtiği de ortaya çıktı: 1954'teki eşcinsellik vakası... Gayri meşru bir çocuğunun olması... Filmde bu çocuğun annesi olan Eleanor Stier'den hiç bahsedilmemesi... Yani Nash'in yaşamına ilişkin nahoş olaylar filmde yer almıyor.
Peki bunların olup olmaması çok mu önemli? Yooo. Çünkü bir belgeselle değil, filmle yani kurmacayla karşı karşıyayız. Seyredersin; seversin, sevmezsin olur biter.
Ne var ki bu film hakkında son derece tuhaf laflar ediliyor. Örneğin Nash'in Oyun Teorisi'ni bulması bardaki güzel kadına bağlanıyor. Bütün erkekler o kadınla birlikte olmaya çalışınca... Nash de teoriyi buluyormuş. Daha neler!
Nasıl Einstein sağa sola bakarak görelilik teorisini ortaya atmadıysa... Nash de kızlara bakarak o koskoca teoriyi geliştirmedi. Peki gerçekte ne oldu? Okudu... Çalıştı... Tartıştı... Düşündü... Uğraştı... Didindi... Teoriyi oturtmasında bardaki olay sadece bir vesileydi (belki!). Aylardan Mart olsaydı aynı şeyi dişi kedinin peşine düşmüş erkek kedilere bakarak da yapabilirdi; çünkü Nash'in altyapısı zaten hazırdı.
"Gerçek görünenden ibaret olsaydı bilime gerek kalmazdı" demiş adam... Bilim de filmlerde gösterildiği gibi olsaydı... Mesela barda bir kız görmek teori meori geliştirmeye yetseydi... 1931 tarihli Vapurdaki Çapkın Kız şiirini yazan adı belirsiz İzmirli şair çoktan bu Oyun Teorisi'ni bulurdu. Öyle ya olayımız bir kadın erkek oyununda ibaret:
O ne ince dudaktı, ne toz pembe yanaktı
Lüle lüle saçları sanki sırma saçaktı
O kırıttı ben güldüm, o süzdü ben büküldüm
Cici kız bir su gibi gönlüme akacaktı.
Dudağımda titrerken busenin hesapları
Düşürdüm elimdeki çantadan kitapları
İçimi gıcıkladı ten rengi çorapları
Ayakları görseniz ne de minyon ayaktı.
Hafif bir selam versem -dedim- almaz yakışık
Baktım yanı başımdan çıktı yeni bir aşık
Arkasından bir pinpon, bir sarıklı, bir de şık
Dedim: Galiba millet, kıza abayı yaktı.
Gözlerin ifadesi bütün yalvarış oldu
Kalplerin atışında sanki bir yarış oldu
Hocanın yayvan ağzı tamam bir karış oldu
Sakalı dirilerek tel tel ayağa kalktı.
Nefesim yetmiyordu içimden gelen hınca
İskeleye gelmiştik, şivekar kız çapkınca
Bir süzülüş yaparak gitmek için kalkınca
Baktım ki arkasına on tane aşık taktı.
Allah selamet versin -dedim- zavallılara
Doğrusu ya, acıdım bizim sakallılara!