kapat
07.03.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Nazar mı değdi bize, düştük bu hale neden?

Süleyman Demirel'e sorduğumuz soru şu: - Ne oldu? Neden oldu? Nasıl oldu? Suç kimde? Günah kimde?

Demirel:

- Soru bitti mi? Varsa, gerisini de sor.

- Hayır. Bu kadar.

- Öyleyse şimdi iyi dinle.

Dinledik.

***
- 21 Şubat 2001. Merkez Bankası'nda 28 milyar dolar döviz rezervi var. Halkın tasarrufu 75 milyar dolar. Bunun yarısı döviz. Hiçbir malın yokluğu söz konusu değil. Fabrikalar çalışıyor. Tarlalar ekili. Halk işinde gücünde. Ve böyle bir durumdayken, Türkiye krize gitti.

***
- Gitti de ne oldu? Borsa allak bullak. Döviz 670 binden, bir milyon 370 bine çıktı. Sonra bir milyon 600 bine. Bankalara hücum oldu. Sıcak para dışarı kaçtı. Bankalar sistemi üretimden koptu. 20 bankaya el kondu. 25 bin fabrikanın 15 bini kapandı. 400 bin işyeri kapandı. Köylü, Ziraat Bankası'na borcunu ödeyemedi. Evine, traktörüne haciz geldi, kendisi hapse girdi.

***
- Şimdi Türkiye'nin en önemli meselesini söylüyorum. Krizde bir milyon 200 bin kişi işini kaybetti. Halk, kazancı ile geçinemez hale geldi. Bir milyon 200 bin kişinin elektriği, telefonu kesildi. 775 bin kredi kartı ihlâli oldu.

***
- Türkiye bir anda elli milyar dolar fakirleşti. Çark dönmez hale geldi. Gaziantep Organize Sanayi'de 18 bin kişi işten çıkarıldı. 112 fabrika kapandı. 72 fabrika yarım vardiya çalışmaya başladı.

***
- Kocaeli'de kapasite kullanımı yüzde 35'e düştü. Ankara OSTİM'den bana gelen şu raporu al, oku... Çekiç sesi duyulmaz oldu diye yazıyor. Konya'da 2.400 esnaf, kaydını sildirmiş. Elini nereye uzatırsan yanıyor. Şehirden köye dönüş başlamış. Yani benim insanım yeniden çarık mı giysin?

***
- Kuyruk yok. Hiçbir mal noksan değil. Ama herkesin başı dönmüş. İnsanlar şaşkın. Korkutulmuş bir Türkiye. Kimsenin kimseye güveni kalmamış. Halkın siyasete, siyasetçiye, siyasetin kurumlarına güveni yok. Halkın çok partiye, iktidarı ve muhalefetiyle demokrasiye güveni sarsılmış.

***
- Devletin karar mekanizmalarının işlemesinde sıkıntı var. Resmi makamlar açıklıyor ki, kimse imza atmak istemiyor. Yabancı sermaye girişi durmuş. Üstelik yerli sermaye dışarı çıkar hale gelmiş. Ümit ve şevk geniş çapta kaybolmuş.

***
- Ürkütülen, korkutulan bir Türkiye... Türkiye'yi temizliyoruz diye, bir kısmına hayvan isimleri takılmış, 27 büyük fırtına estirdiler. Kimse yolsuzluğa, hırsızlığa arka çıkmaz. Ama yolsuzlukla baş ediyoruz derken birçok masum insanın hakkıyla oynanırsa, o zaman hukuk devleti olmaktan çıkılır.

***
- Altı ay tutuklu olup da mahkemeye çıkarılmamış insanların bulunduğu bir Türkiye. Teker teker isimleri saymak istemiyorum. Sayarsam belki onlara zarar veririm. Eğer ben bile, zarar verir miyim endişesiyle yutkunuyorsam, düşünün artık gerisini.

***
- 27 fırtına, sekiz bin tutuklu. Bugün hapishanelerde yüz kişi bile yok. İddia edilen şeylerin çoğu ispatlanmış değil. Ama bu insanlar işlerinden, güçlerinden edildiler. Fabrikalarında üretim yavaşladı. İşleri aksadı. Dinç Bilgin bunlardan sadece bir örnek. Dinç Bey'in çektiği acının bedelini kim ödeyecek?

***
- 2000'e girerken her şeyi olan Türkiye neden bu hale düştü? Tek sebep var, güvensizlik. Olanları geçmiş yılları karalayarak izah edemezsiniz. Bunu hiçbir akıl kabul etmez.

ANAHTAR: SEÇİM
Sayın Demirel. Siz bugün itibariyle neredesiniz? Yarın nerede olabilirsiniz? Kafanızda neler var?

- Önce şunu söylemeliyim. Halkın yüzde 80'i parlamentoya ve bugünkü yönetime güvenmiyor.

- Efendim, benim sorum...

- Geleceğim. Halk ile siyaset kopmuş. Halk devreden çıkmış.

- Efendim... Soru.

- Halkın sorunlarının devlete ulaşmasındaki kanallar tıkanmış. Halk kurtarıcı arıyor. Fakat, bir demokraside halkın kurtarıcı araması, şaşılacak olaydır. Zira, kurtarıcı halkın kendisidir.

SEÇİM
- Bu noktada, siz, kendi konumunuz hakkında ne söyleyebilirsiniz?

- Ülkeyi yönetenler halkın hür iradesiyle gelirler. Bugünküler de öyle geldiler. Ama siyasi kompozisyon ile halkın kompozisyonu değişirse yapılacak iş vardır.

- Daha açık söyleyin.

- Halkın siyasi eğiliminin, yeniden, parlamento kurumuna yansıtılması.

- Yani seçim.

- Evet.

- Ama meclis diyor ki, beş yıl için seçildik. Hele beş yıl bir dolsun.

- Hayır. Beş yılı geçmemek üzere seçildin. 1983'ten bu yana beş yılı dolduran parlamento yok.

GÜVEN ORTAMI
- Efendim. Gelelim bizim soruya.

- Parlamento açık. Parlamenterler gayretli. Kanun yapıyorlar. Ama meclisin, sokaktaki adam üzerinde etkisi ne?

- Buradan, nereye geleceksiniz?

- Kaybolan şevk, yok olan ümit canlansın. Devlet çarkı daha iyi işler hale gelsin. Halka güven gelsin. Bunun yolu da halka gitmekten geçer.

ANAHTAR
- Hep seçim diyorsunuz.

- Diyorum.

- Hangi takvimde seçim?

- Yarın.

- Olabilir mi?

- Mahkeme kadıya mülk değildir. Dünyanın her yerinde, demokrasinin acımasız kuralı şudur. Yapamayan gider, yapacak olan gelir. Anahtar budur.

KONJONKTÜR
- Konjonktür, seçime uygun mu?

- Elbette. Ülkede her şey var, fakat ülke yönetiminde halk yok. Ülke iyi yönetiliyor diyeni duyan var mı?

- Ama yine konjonktür sorunu.

- Git seçime. Git halka. Ne zaman halka gitmekte gecikildiyse, Türkiye'de büyük krizler oldu. Ben seçimi kendim için değil, ülkemin krize girmemesi için öneriyorum.

KADRO
- Sizin konumunuz?

- Türkiye'de siyasetten ve siyasetçiden vazgeçmek mümkün değil. Siyasetin tümünü kötüleyerek bir yere varmak da mümkün değil.

- Ben, sizi sordum.

- Siyasetten ve demokrasiden ümidi kesmek, ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Her ülke bunalımla karşılaşabilir. Türkiye de kendini yönetecek kadro ve reçeteyi kendi içinden çıkarır. Çıkaramaz demek, demokrasiye inançsızlıktır.

YÖNETİM
- Siz ne yapacaksınız?

- Akılda kalan yönetimlere bir bakınız. 1950... 1965... 1983... Halk, kendini yönetecek kadro ve reçeteyi çıkarmadı mı? Eğer birtakım zeminleri kullanmaz ve kuralları işletemezseniz, demokrasi, yönetemeyen demokrasi olur. Demokrasiye, halkı sıkıntıya sokan, doyuramayan demokrasi damgasını vurmanın alemi var mı? Türkiye'nin tek noksanı var.

- Nedir?

- Yönetim.

"VE BEN..."
- Ve gelelim size... Neredesiniz?

- Önce bir hususa açıklık kazandırayım. Yukarıdaki sözlerimin hedefi kimse değildir. Beni konuşturan, ülkemin çektiği sıkıntıdır.

- Ve siz...

- Ben nerede mi duruyorum?

- Evet.

- 15 Mayıs 2000'de görevden ayrılmadan bir gün önce ne dediysem, yine oradayım.

- Yani?

- Bir, günlük politikanın dışındayım.

- İki?

- Hiçbir partiyle ilgim yok.

- Üç?

- Kapım herkese açık. Ayda ortalama bin kişiyle görüşüyor, altı yedi bin kilometre dolaşıyorum.

FOTOĞRAF
- Efendim, ayda bin kişi geliyor. Ne diyorlar? Siz ne diyorsunuz?

- Bunalan geliyor, "çare" diyor. Cevap veriyorum.

- Siyaseten çare?

- Sana anlattım ya.

- Başka neler söylüyorsunuz?

- Çare sorana diyorum ki... Çareyi kendinde ara. Çare bizzat sizsiniz. Çareyi demokrasi içinde ara. Çareyi sabırla ara. Çareyi sandıkta ara.

- Size "gel, çare ol" diyenlere yanıtınız?

- Ben siyaset üstüyüm. Bu söylediklerimi de kimseyi kötülemek, küçük düşürmek için söylemedim. Ben bir tespit yaptım. Olayı anlattım.

- Fotoğraf çekmek gibi.

- Sadece çekmek değil, fotoğrafın yorumunu da yapıyorum.

SÜLEYMAN BEY'İN TÜRKİYE AJANDASI
* 189 ülke içinde toprak büyüklüğü bakımından 32. sırada olan bir Türkiye.

* Nüfus bakımından ise 16.

* Yükselen pazarlar içinde, ilk on ülke arasında.

* G-20'lere dahil.

* 134 ülke ile ticari ilişkisi var.

* 60 bin kilometre altyapıya sahip.

* Eskiden iğneyi, ipliği bile dışardan alan Türkiye'nin, bugün toplam ihracatının yüzde 90'ı sanayi ürünü.

* 50 ülkeye kapı kilidi sattığımızı biliyor muydunuz?

* 18 milyon telefon... Telefonsuz ev yok.

* Her evde elektrik.

* 18 ulusal TV kanalı.

* Bine yakın yerel TV.

* Geçen yıl itibariyle söylüyorum, 260 milyon dekar ekili arazi.

* Tümüne sekiz yıl temel eğitim götürülmüş, on beş milyon ilköğretim öğrencisi.

* 74 üniversite.

* Bir buçuk milyon üniversite öğrencisi... 700 bini kız öğrenci.

* 20 bini kadın olmak üzere 65 bin öğretim üyesi.

* 250 bin kişilik sağlık ordusu... 81 bini doktor.

* 2001 gibi fevkalâde zor bir yılda bile 45 milyar dolar döviz geliri... Bu çok önemli... 1965'te Başbakan olduğumda, yıllık döviz geliri 450 milyon dolardı.

* 56 yıldır çok partili siyasal hayat deneniyor.

* Bir kısmı eleştirilse bile, 14 seçim. (Demirel burada 1983 ve 1987 seçimlerini eleştiriyor.)

* Güvenoyuna dayalı bir hükümet.

* 4 il hariç, bütün illerde normal bir yönetim.

* Hür basın.

* Hür sendika.

* Hür yargı.

* Hür üniversite.

* Hür sokak, hür vicdan... Yüz bin kişi hacca gidiyor.

* 78 yılda ortalama yüzde beş kalkınma hızı.

* Nüfusu 12 milyon iken, elli dolar olan milli gelirini, 2000 yılında üç bin dolara çıkarmış bir Türkiye.

* Aldığı borcu ve bu borcun faizini ödeyebiliyor.

* Büyük ülkem... Hatırı sayılır ülkem... Uluslararası itibar sahibi ülkem... Büyük ülkem... Ülkemin bu değerlerini görmeden yapılacak bütün yorumlar yanlış olur.

Reçete
Dedik ki, "çare, sayın Demirel."

Yani "reçete."

Demirel "reçeteyi uzattı."

Reçetede "beş ilaç" yazılı:

1. Kırılan çarkın yeniden dönmesi.

2. Kapanan fabrika ve işyerlerinin açılması.

3. Çarşı pazarın canlanması.

4. İşini kaybedenlerin işlerine geri dönmesi.

5. Herkesin yeniden şevk ve güven kazanması.

"Sayın Demirel" dedik:

- Bu ilaçları hangi eczaneden alacağız?

Demirel bu soru üzerine, çantasından, arka yüzünde "Süleyman Demirel" yazılı iki küçük karton çıkardı.

"Not almak için kullanılan" kartonlardan.

Bu kartonlara "Türkiye neler yapmalı" başlığı altında, "20 madde" yazmış.

"Al" dedi:

- "Sende kalabilir."

DERBİ
Saat 24.00 oldu ve... Demirel sordu:

- Öğrenmek istediğin başka şey kaldı mı?

- Evet.

- Nedir?

- İngiltere Başbakanı Tony Blair'in kol düğmelerinde "çıplak kadın" varmış.

- Gazetelerde gördüm. Buradan, nereye geleceksin?

- Sizin kol düğmelerinize.

- Ne var düğmede?

- Siyah beyaz. Ayrıca kravatınız da siyah beyaz. Demirel bastı kahkahayı.

"Derbi... Galatasaray-Beşiktaş maçı" dedi.

Yine uzun uzun güldü.

- Efendim, siz Beşiktaşlı mısınız?

Yanıt vermedi.

Gülmeye devam etti.

- Üniversitede okurken, boş zamanlarda, Fulya'ya gider, Beşiktaş'ı izlermişsiniz. Doğru mu?

Yanıt, "kahkahaya devam."

- Hikmet Çetin diyor ki... Sayın Demirel Beşiktaşlıdır. Öyle olmasaydı, gençliğinde neden Fulya'ya giderdi?

- Bizim Hikmet Bey mi söylüyor?

- Evet.

- Benden ne öğrenmek istiyorsun?

- Derbiyi kim kazanır?

- Onu da başkaları düşünsün.

- Sizin tahmininiz?

- Tahminimi söylemezsem bu söyleşi noksan mı kalır?

- Evet, öyle.

- Eh... O kadar da noksan kalıversin.

Geceyarısı sohbeti
Salı, saat 22.05. NTV'deki programımızın bitişinden "üç dakika sonra" Güniz Sokak 31'deyiz.

Sokakta "el ayak çekilmiş."

Demirel "alt katta."

Salona giriyor ve önce "duvarlara" bakıyoruz.

Ortaokul üçte iken çekilmiş bir resim.

İlkokul diploması. İTÜ diploması.

Mostar Köprüsü tablosu.

1991, Karabük mitinginin fotoğrafı.

Duvarlar "sanki sergi salonu."

Ve oturuyoruz.

"Demirel'in önündeki kitaplara" göz atıyoruz.

* Modernleşen Türkiye'nin tarihi. Erik Jan Zürcher.

* Aydınlar Yüzyılı. Michel Winock.

* Ortadoğu'da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail. Süleyman Özmen.

* Türk Anayasa Metinleri. Prof. Dr. Suna Kili. Prof. Dr. Şeref Gözübüyük.

* Peçevi Tarihi.

* Yeni Binyılda Filistin Sorunu.

* Winston S. Churchill.

* Türkiye'de Siyasal Gelişmeler. Tarık Zafer Tunaya.

* The Helsinki Effect. (Kitabın kapağında Tito, Brejnev ve Demirel'in birlikte çekilmiş fotoğrafları var.)

* Masada "başka kitaplar da" duruyor.

"MİT'in Tarihçesi" gibi.

Mango'nun "Atatürk" kitabı gibi.

Ayrıca... "Birkaç" da Kuran-ı Kerim.

Geceyarısı sohbetinden bir başka ayrıntı...

Zaman zaman söz krizden, yurdun şu köşesinden, ekonomiden, sosyal yaşamdan açılınca...

Demirel "falanca dedi ki" diyor.

Sohbette, o kadar çok isim geçti, o kadar çok kişinin kulağı çınlatıldı ki...

Hepsini not alamadık.

Not alabildiklerimizden birkaçı:

Iğdır'dan Hacı İsmail Ağırkaya.

Kars'tan Temel Yıldırım.

Rize Çayeli'den Mehmet Kalyoncu.

Edirne'den Bülent Alamut.

Uzunköprü'den Ahmet İnceoğlu.

Hatay'dan Yahya Bulgurlu.

Mersin'den Muhammet Alpaslan.

Konya'dan Turgay İzol.

Samsun'dan Adnan Sakoğlu.

Balıkesir'den Behram Eker.

Hakkari'den Abdurrahman Keskin.

Sohbette, her şeyi konuştuk da...

Demirel'in zaman zaman karşılaştığı eleştirileri hiç mi konuşmadık.

Konuştuk tabii.

Süleyman Bey eleştiriye açık.

Ama bir ara şöyle dedi:

- Bazen, söylediklerimi bir kenara atıp, benim şahsımı tartışıyorlar. Bunu da yapabilirler tabi. Fakat, sorun ben değilim. Sorun, ülkemin hali. Sorun şu... Al, sende kalsın.

Ve bize bir "fotoğraf" verdi.

Kuşadası'nda, kamyonet üzerinde "para kasası satan adamın" fotoğrafı:

- İşte ülkem... İşte insanların güvensizliği... İki üç kuruşu var. Bankadan çekip, evdeki kasada saklıyor. Bunu tartışın.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır