ÇocukluĞu yüceltip "cici bici" fikirler üreten ve onları etrafa satanlardan olmadım hiç.
O malum "mutlu çocukluk" anılarının büyük bölümünün yetişkin işi masallar olduğunu, böyle anıların kimisinin "bugünümüz kötü, bari kendimize güzel bir dün yaratalım" türünden derin arzuların sonucu olduğunu da bilirim.
"İçimizdeki çocuk" yerine "içimizdeki sorunlu ergen" beni hep daha çok ilgilendirdi.
Yerli yersiz pohpohladığımız çocukluğun aslında nasıl yetişkinler arasında güçsüz ve "yabancı" kalmanın acısını yaşamak olduğunu da unutmadım hiçbir zaman.
Hepsi tamam!
Ama bugün çocuklara bakmak istiyorum.
Bugün yetişkin değil de, olacak şey değil ya, çocuk gibi olmak istiyorum.
Neden mi?
Bugün yolum neşe yolu olsun istedim. (Aslında nasıl da çatık kaşlıyımdır!)
Ve çocuklara özendim.
En buruk, en kırgın anlarında bile...
En itişip kakışma halinde bile hoş bir nesne, tatlı bir çağrı, küçücük bir söz veya gülümseme nasıl da çocukları sevinç ülkesine taşır, nasıl da yüzlerini aydınlatır!
Yetişkin endişeleriyle, yetişkin korkularıyla çocukluk endişe ve korkuları arasında bu bakımdan temel bir fark var, değil mi? Bizim endişe ve korkularımız hayat haritasından sevinç ve kahkaha ülkesini siliyor. Oysa çocuklar o ülkede yaşıyor, korkular, endişeler ise havanın bozduğu, bulutların gökyüzünü kapladığı anlar sadece...
İşte burası önemli.
Çünkü çocuklar için "dün" ve "yarın" kavramları belli belirsiz sözcükler.
Bizim için ise, hayatımızın bütün anlamları bu iki sözcüğün içinde belirleniyor.
Çocuklar için "dün" ve "yarın" uçucu zaman dilimleri. Aklın bir ucundan girse öbür ucundan hızla çıkıp gidebiliyorlar. Öylesine hafifler.
Bizim için ise çok katı ve ağırlar; bir kaya parçası gibi...
Bugün...
Acaba diyorum, çocuklar öğretmenimiz olurlar mı?
Dünün (tarihin) ve yarının (geleceği kurmanın) ağırlığını biraz olsun üstümüzden atabilmemiz için...
Hayal tabii!
Öyle mi gerçekten?