Bir günde iki hisar, fazlası akla zarar..
Kimisi gezi yazısı yazmayı sever ama ben sevmem.. Neden mi? Çünkü aklımda kalanı toplasan bir cırtım çıkar.. Yine de arkamdan "Yemeği yer yemez atlayıp geçti eşiği, sofrada kaldı kaşığı.." konuşulmasın diye oturup yazarım..
Adana bildiğiniz gibi.. Komser Şekspir filminin galasından bu yana ikinci gidişim ve Hilton Oteli'nin varlığını keşfetmemden başka bir değişiklik gözüme çarpmadı..
Otel belki de benden önce hizmete girmiş.. Sormak aklıma gelmedi.. İddialı bir otel yapmışlar, daha önce kaldıklarımdan daha şık.. Otelin bir yüzü Seyhan Nehri'ne bakıyor, diğer yüzü ise Adana'nın göç mahallelerine..
İlle de "halkla bütünleşeceğim" diyorsanız resepsiyondan bu taraftan bir oda isteyeceksiniz..
***
Gezi heyetimize Adana-Mersin-Hatay yöresinin tarihi ve turistik yerlerini göstermeye azimli olan evsahiplerimiz sıkı bir program yapmış.. Ben normal programlara bile gelemeyen bir adamım..
Listeyi görünce gözüm korktu.. "Yahu şunu hafifletmenin bir yolu yok mu?" diye itiraz ettim.. Kimseden ses çıkmadı.. Susmalarından anladım ki özüme "Beni ne diye buraya tıktınız? Bırakın evime gideyim?" diyen akıl hastanesi müşterisi muamelesi yapılıyor..
Tınmadılar bile.. İlle de herşeyi gösterecekler.. Göstermezlerse kültürümüz battal olur..
Kale mi hisar mı?
İlk götürdükleri yer Antakya yolu üzerindeki Yılan Kalesi oldu.. Rehberimiz Levent Bey'in açıklamalarına rağmen buranın kale değil bir hisar olduğu besbelli..
Lakin "ortalama üçyüz kelime ile konuşma" kararlılığında olan halkımız kesinlikle "hisar" sözcüğünü kullanmıyor.. Dört duvarlı herşeye kale diyor.. Bu da kale.. Satrançtaki köşe taşı da kale.. Futbol sahasındaki üç direk de kale..
Oflaya puflaya çıktığımız kaleden yine oflaya puflaya indik, otobüse doluştuk.. Nabzımı yokladım, kültürümde önemli bir değişme yok.. Buradan hareketle Toprak Kale'ye yollandık..
Toprak Kale, vakti zamanında suni olarak yaratılmış bir tepe üzerinde kurulmuş.. Yani insanlar önce taş toprak taşıyıp bir tepe oluşturmuşlar, sonra üzerine hisar oluşturmuşlar..
Biraz daha dik bir hisar olduğundan tırmanmakta zorlandık.. Ben heyetteki arkadaşlarımdan Ali Kırgız'ın yanında yürüyorum, yan gözle de onu izleyip kollamaya çalışıyorum..
Bir ara "Elini ver istersen.." diyecek oldum.. Bozuldu.. "Sen beni merak etme, bana keçi Ali derler.." diye inatlaştı.. Fiziğine bakarsanız keçiye benzer bir tarafı yok.. Bir tek inadı uyuyor..
***
Bana bu itirazı yaptıktan sonra artık benim de fiziğinden söz etmem farz oldu.. Yabancı Havayolları Birliği'nin genel sekreterliğini yapan Ali Kırgız, tepesi budandığından enine büyüyen süs ağacı gibidir..
Beyaz'ın yaptığı bir Hüsmen Ağa tiplemesi var hani? Onun daha kısa boylusu.. Birisi heveslenip çizgi roman kahramanı Asteriks'in filmini çekmeye kalksa; arkadaşı Hopdediks için bizim Ali'den uygununu bulamaz..
Pantolonunu ters çevirin çadır olsun.. Üstelik standart bir deprem çadırı kaç kişi alıyorsa, O'nun pantolonu iki kişi daha fazlasını alır.. Kendisinin bu fizikten bir şikayeti yok ama pantolonuna kemer bulmakta sıkıntı çekiyor..
Piyasadaki hiçbir kemer Ali'ye uymuyor.. Ona kemer yapmak için derisinden faydalanılan bir büyük baş hayvanı, kuyruğunu zayi etmeden yüzmek lazım ki aranılan kemer bedenini sarsın..
- "Bana keçi Ali derler.." diyen Ali işte böyle bir keçi.. Nitekim inat edip kalenin tepesine kadar çıktı..
İştahlar yerinde..
Adana Hilton'un müdürü Endrew Jacobs kalenin tepesinde bir hoşluk hazırlamış.. Birkaç beyaz örtülü masa; üzerlerinde meşrubatlar ve meyvelerle bizi bekliyor..
Hisarın iç duvarlarından birinin önünde de iki güzel hanım müzisyen (kesinlikle bayan değil) neşeli bir klasik parça icra ediyorlar.. Grubumuz müziğe duyarlı arkadaşlardan oluşuyor..
Mesela Mona''nın albümünden "Amanin kelle kelle.. Altını üstünü yelle.."yi çalsalar, hepimiz şarkıyı teşhis edip, kıvırmaya başlarız ama bu iki güzel hanımın neyi çaldığını söktüremedik.. Sadece güzel olduğu konusunda birleştik..
Herkes birşeyler yiyip içti.. Ben rejimde olduğumdan yiyecek içecekten uzak durdum.. Heyetimizin nisa taifesinden tek gazeteci üyesi olan Duygu Asena Hanım'ı seyretmekle yetindim..
Bir çanağa doldurduğu çileklerin üzerine o kadar tatlı sosu döktü ki akıllara ziyan.. Tabaktakileri karıştırmak için bir çimento harç makinesi gerekiyordu ama ihtiyaç duymadı.. Karıştırmadan yedi..
***
Kaleden inerken biraz daha zorlandık Özellikle Keçi Ali Bey'i bazı yerlerden geçirmek için dört beş kişi hizmet vermek zorunda kaldı.. Benim fikrim O'nu tepeden otobüse kadar yuvarlamaktı ama rağbet görmedi, bu yüzden on dakika kaybettik..
Buradan Payas ilçesine gittik.. Bir hisarla korunan Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi; ki içinde camii, kervansarayı ve hamamı da var, gezdik.. İskenderun'u geçip Antakya yoluna çıktık..
Dünyaca ünlü bir şaheser olan Mozaik Müzesini gezip, Ulucamii ve Saint Piyer Kiliseleri'ni ziyaret ettik..
Dedim ya! Viking Turizm'in kızları bize "kültür yüklemesi" yapmayı kafalarına koymuşlar diye.. O sebepten bir yere girip, başka yerden çıkıyoruz.. Sonuç olarak da Antik Yunan, Bizans, Roma, Selçuklu ve Osmanlı kültürü birbirine giriyor..
Bizi lise talebesi yerine koyup, görüp öğrendiklerimizden yazılı yapsalardı; birimizden birinin "Bizans imparatoru Alaattin Keykubat ve karısı Afrodit Banu Alkan.." şeklinde bir cümle yazması kaçınılmaz olurdu..
Yeşilaycılar duymasın, kafalar zaten dindon olmuş, haliyle bu kadar kültür yükünü kaldıramadı.. Bu satırları yazarken bile her üç dakikada bir notlarıma, broşürlere bakmam bundandır..
Kısmetse bir sonraki yazıda "ahalimizin dünya şehirciliğine katkılarından" söz edeceğim..
|