Buyrun! Bu şartlarda bankacılığı siz yapın
Sektörün, munzam karşılıklardan 8 milyar dolar, ek vergiden 4.8 milyar dolar kaybettiğini belirten bankacılar, "Özsermayeleri sadece kriz eritmedi" görüşünde
Gecelik faizleri yüzde 7 binlere fırlatan, TL'nin değer kaybına yol açan krizin veya kamu bankalarının yüksek faizle para toplamasının yarattığı haksız rekabetin bankacılık sektörünü çok olumsuz yönde etkilediğini belirten Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, çarpıcı bir tespit yapıyor:
"Sadece bunlar değil. Son 11 yılda üstlenilen mali yükler Türk bankacılık sistemindeki özkaynakların erimesine, dolayısıyla sermaye yeterlilik oranlarının düşmesinde etkili oldu."
Ergun Özen, geçmişten bu yana sektör üzerine getirilen yükler konusunda ise şu örnekleri veriyor:
* 1994 yılında getirilen Net Aktif Vergisi, 2000-2001 döneminde uygulamaya konan (geçmişe yönelik olarak uygulanan) deprem vergisi ve eğitime katkı payı ile peşin vergi ödeme periyodunun 3 aya çekilmesi, bankacılık sistemine 4.8 milyar dolarlık ek yük getirdi.
FAİZSİZ PARA YATIRDIK
* Bankaların menkul kıymet işlemlerinde üstlendikleri tescil masrafları ve benzeri işlem maliyetleri, 2001 sonu itibariyle 913 milyon dolara ulaştı.
* Mevduat munzam gibi yasal karşılıklar 3.7 milyar dolardan, 8 milyar dolara yükseldi. Son 11 yıldır TL mevduatlar için Merkez Bankası'na yatırılan munzam karşılığına yüzde 40, döviz tevdiat hesaplarına (DTH) ise yüzde 2 faiz ödeniyor olsaydı, bankacılık sistemi, TL mevduatlarından 6.64 milyar dolar, DTH'lerden 751 milyon olmak üzere, toplam 7.4 milyar dolar gelir sağlayacaktı.
* Şubat 2001'de gerçekleştirilen devalüasyon sonrasında artan döviz kurları nedeniyle bankacılık sisteminin özkaynakları dolar bazında geriledi.
* Uyguladıkları sermaye politikaları sonucunda, bazı bankalar kazandıkları paraları bankaya geri koymayıp başka faaliyetlere aktardılar. Garanti Bankası ise elde ettiği kârı, sermayesine ekledi.
Ergun Özen, 1994 krizi sonrasındaki politikaların sektörü nasıl etkilediğini de şöyle açıkladı:
HAKSIZ REKABETİN SONUCU
"Kamu bankaları, bir yandan kuvvetli nakit akımı yaratan kamu kuruluşlarının atıl fonlarını yönetiyor, diğer yandan yüksek faiz oranlarıyla TL kaynaklarına nüfuz ediyordu. Kamu bankalarının TL kaynaklarının yüzde 40'ına sahip olması ve ticari kaygılarının bulunmaması, özel bankacılık sistemi için haksız rekabet ortamı yarattı. Ayrıca, bankalardaki mevduata yüzde 100 güvence getirilmesi, sistemde iyi-kötü banka ayrımının ortadan kalkmasına yol açtı."
Neler oluyor?
Yapı Kredi Genel Müdürü Naci Sığın da tıpkı Ergun Özen gibi kamu ve fon bankalarına aktarılan 45 milyar dolarlık kaynağın ardından hâlâ devlet desteğine ihtiyaç duyulmasını, yılardır uygulanan yapısal bozukluklara ve mali sektör üzerine getirilen aşırı yükümlülüklere bağlıyor.
Kriz öncesinde bankaların yüksek likidite, faiz ve kur riskine maruz olduklarını, kamu bankalarının çok yüksek gecelik borç yükü taşıdığını belirten Sığın, "Yaşanan kriz sonrasında alınan riskler gerçek olunca, sektör ciddi boyutta zarar gördü" diyor ve ekliyor:
"Bunların yanında, ekonomideki daralmanın etkisiyle kredilerde yaşanan tahsilat sorunları da bankacılık sistemine ek bir yük getirdi."
Sığın, son aylarda kriz nedeniyle ortaya çıkan bu gelişmelerin dışında, geçmişten gelen ağır mali yükümlülüklerin altını da şöyle çiziyor:
* Ağırlıklı olarak kamu açıklarının finanse edilmesi için bankacılık sektörünün üzerindeki direkt ve indirekt vergiler çok yüksek tutuldu.
* Enflasyon muhasebesi uygulanmadığı için bankalar 'nominal kazanç' üzerinden vergilendirildi. Bu da özkaynakları küçülttü.
* Mevduat munzam gibi karşılıkların oranı çok yüksekti, hâlâ yüksek!
* Bankacılık sisteminin özsermayesi 10 milyar dolarken, 1999 sonunda geçmişe yönelik olarak vergi kondu. Sektörün özsermayesinin yüzde 27'si, yani 2.7 milyar doları bir kalemde gitti.
DÖVİZ İSTEDİLER VERDİK!
'Aynı gemide oluduğumuzun farkındayız' diyen Naci Sığın, istikrarsızlık, haksız rekabet veya yüksek mali yükümlülüklere rağmen ekonomi politikalarının iyi işleyişini sağlamak için ellerinden gelen desteği de verdiklerini ifade etti. Sığın, kamuoyu tarafından da yakından takip edilen bu 'destek isteme' toplantılarından birinde yaşadıklarını şöyle aktardı:
2000 Kasım krizi sırasında bizi Ankara'ya çağırdılar ve 250'şer milyon dolar istediler. Biz "Merkez Bankası'na depo (mevduat) yapalım" dedik. Ancak bize "Döviz rezervinin güçlenmesi gerekiyor. O nedenle satın almalıyız" diye cevap verdiler.
"Bu satışı yapmamız halinde kur riski rasyosunu tutturamayız, bu mümkün değil" dediğimizde de bize şu cevabı verdiler: "Kur rasyosundan endişe etmeyin, buna bakmayacağız."
2 Ocak itibariyle BDDK yetkililerinin gelip baktığı ilk yer kur rasyosu oldu. Devalüasyon olduktan sonra da 250 milyon dolara 250 milyon dolar zarar ettik!...
Naci Sığın, bu sözlerini şu cümle ile tamamladı:
"Buyrun! Bu şartlarda bankacılığı gelin siz yapın."
Devalüasyon sermayeyi bir kalemde nasıl eritir?
YapI Kredİ Bankası Genel Müdürü Naci Sığın, devalüasyonun bankaların sermaye yeterlilik rasyosunu nasıl bir kalemde bozduğunu şu çarpıcı örnekle açıkladı:
"Bir bilanço düşünün: Aktifinde bin lira muadili döviz kredisi ve bin liralık TL kredisi var. Toplam aktif 2 bin lira.
Pasif tarafında da bin lira muadili DTH, 840 liralık TL mevduat ve 160 lira sermaye var. Toplam pasifler 2 bin lira.
Bu bilançoda sermaye yeterlilik oranı (160/2000) yüzde 8.
Devalüasyon sonrasına bakalım:
Aktifteki bin lira muadili kredinin değeri 2 bine çıkıyor. Diğer kalemlerde bir değişim yok. Ancak aktif toplamı 3 bin oluyor.
Pasifteki DTH'nin TL muadili de 2 bin liraya çıkıyor. Toplam 3 bin lira oluyor.
Bu durumda hiç bir şey yapmadan bankanın sermaye yeterlilik rasyosu (160/3000) yüzde 5.3'e iniyor."
YARIN
AKBANK GENEL MÜDÜRÜ ZAFER KURTUL:
Kamu bankaları kârlılığı gözardı etti. Görev zararları ve politik kredileri fonlayabilmek için yüksek faizle mevduat toplayıp dengeyi bozdular.