Demirel'in "tarihe geçmek" ile ilgili cevabı
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'den yazılı bir açıklama aldık. Bu köşede, 12 Ocak günü "tarihe geçmek" başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Yazıda, Ecevit ve Türkiye'yi AB üyesi yapmak "misyon"undan yola çıkarak, halen sahnede durmaya devam eden çeşitli siyasilerin nasıl "tarihe geçecekleri" konusunda, "olumsuz" anıların ağır bastığı eleştirel bir üslup kullanılmıştı.
Demirel, yazıdaki kendisi ile ilgili bir cümleye tepki gösteriyor. Bu cümlede, 1971 ve 1980'de, siyasi gelişmelerin askeri müdahalelere ulaşması konusunda Demirel'in politikalarının payına değiniliyordu.
Açıklama şöyle başlıyor:
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne hizmet veren her kimin tarihe nasıl geçeceğini bugünden tayin etmenin müşkülatı ortadadır. Çünkü, henüz olaylar devam ediyor, kişiler yaşıyor ve gerçekler, layıkı veçhile bilinmiyor, zihinler hem doğrunun hem yanlışın etkisi altında.
Tek taraflı yanılgılar, buğuzlar, garazlar henüz his fırtınasından kurtulmuş değil.
Yazarın Süleyman Demirel'in tarihe nasıl geçeceği hususundaki şahsi görüşleri kendi takdiridir.
78 senelik Türkiye Cumhuriyeti'nin 50 senesinde varım. 10 sene Devletin kalkınma hizmetlerinde ve üst bürokrasisinde hizmet gördüm.
1965'ten 2000 yılına kadar geçen 35 sene zarfında, Türk siyasi hayatının çalkantılı yıllarının içinde oldum.
Türkiye'de çok partili rejimi yaşatmak için mücadele verdim.
Suale tâbi tutulmadık
Başında bulunduğum siyasi parti; çok partili düzene geçildiğinden itibaren yapılan 14 seçimde, % 50'den fazla halkın oyunu alabilmiş, iki partiden bir tanesidir.
7 defa Hükümet kurdum. 12 sene Başbakanlık yaptım. Arkamda hep, seçilmiş oy çoğunluğu oldu, yani halkın hür iradesi oldu. Onu, herşeyden aziz tuttum ve bu ülkenin bütün vatandaşlarını evvela, hür iradeleri ile ülke yönetimine katılmakta eşit saydım."
Demirel, yazısında 1971 ve 1980 askeri müdahalelerini şöyle açıklıyor:
"İki defa askeri müdahalelerle karşılaştığımız doğrudur. Yalnız, bu askeri müdahaleler, yazarın ifade ettiği gibi; 'yönetimde bulunduğu sırada yaptığı yanlışlar, ya da yürüttüğü gerilim politikaları' sebebi ile olmamıştır.
Bunu, müdahalelerin kendisi dahil, hiç kimse söylemedi.
Bu müdahalelerin sonunda ne ben, ne başında bulunduğum siyasi parti, ne de benimle beraber Devlet hizmeti gören kadrolar ve siyasi partinin teşkilatları, siyasi partiye destek olanlar, hiçbir şeyden 'sorgu-suale' tabi tutulmadı.
1971 Muhtırası; "Parlamento ve Hükümet, süregelen tutum ve davranışları ile, ülkeyi uçurumun kenarına getirdiler" gibi genel bir kötülemeyi iddia olarak ele almıştır.
Hem parlamento, hem Hükümet, halkın hür iradesi ile işbaşına gelmişti.
1965'te % 53, 1969'da % 47 oy alan siyasi parti, çoğunlukta idi. Üstün kuvvet halkın hür iradesi idiyse söz hakkı, o günkü parlamento ve hükümete vücut veren bu iradenin olmalı idi. Aşılan o idi... O yüzden de Türkiye'de, sonraki yıllarda rejim bir türlü bunalımlardan kurtulamadı. Yanlış olan ne parlamento, ne de Hükümetti. Ona yapılan müdahale idi.
Ben bunları, daha o zaman söyledim. Çünkü 1965-1971 yılları, Türkiye'nin altın yılları idi.
Ortalama % 5 enflasyon ile, % 7 kalkınma sağlanabilmişti, Türkiye adeta katlanmıştı. Büyük bir hareketliliğe kavuşmuştu.
1960 darbesinin açtığı derin yaralar, sarılmaya, halkın bölünmüşlüğü giderilmeye yönelinmiş ve geniş çapta başarılı olunmuştu. Esasen ne başında bulunduğum siyasi parti, ne benimle beraber ülke yönetimine katılmış bulunan kadrolar, hiçbir muameleye de maruz kalmamışlardı.
Biz yazarın atfettiği gibi bir sorumluluğa maruz kalsa idik, 12 Mart 1971'de elimizden alınan Hükümete, 30 Mart 1975'te yeniden gelmezdik.
1980 müdahalesi ise, yine topyekün rejime yönelmişti.
(Demirel burada 12 Eylül 1980 günü Evren'in okuduğu bildirinin girişini aktarıyor.)
Nasıl izah edilecek
Görülüyor ki; müdahalecilerin resmi iddialarının içinde, Devletin bütün organları, rejimin bütün organları suçlanmaktadır. Bu, yanlıştır, doğrudur ayrı mes'ele... Ama parlamento kapatılmış, Anayasa değiştirilmiş, Devletin bütün organlarına el konulmuştur.
Hal böyle iken; 1979 yılının 14 Ekim'inde yapılan seçimlerde % 50 civarında oy alan siyasi partinin başı olan ve bu sebeple bir azınlık hükümeti kurmak mecburiyetinde kalan ben niçin tarihe yazarın dediği gibi geçeceğim?
1979 Kasımında kurduğum Azınlık Hükümeti, Türkiye'yi o günkü sıkıntılar içinden kurtarmış, yoklukları, kuyrukları ortadan kaldırmış, herşeyi yoluna koymuş iken, niçin yazarın dediği gibi tarihe geçeceğim?
Eğer yazarın dediği gibi tarihe geçeceksem, yani; 12 Eylül'e gelişin sorumlusu sayılacaksam;
-Daha sonra yapılan referandumu aşmış olmamız,
-1991 seçimlerinden yeniden Türkiye'nin en büyük partisi olarak çıkmış bulunmamız,
-Bunu takiben benim 7. defa Başbakan olmam ve
-16 Mayıs 1993'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin hür iradesi ile, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanlığına seçilmem, nasıl izah edilecektir?"
Endişemiz yoktur
Demirel bundan sonra, cumhurbaşkanlığı görevinden ayrıldığı 16 Mayıs 2000 günü yaptığı konuşmanın bir bölümünü tekrarlamakta ve Türkiye'nin son 35 yıldaki gelişimini rakamlarla anlatmaktadır.
Demirel'in yazısı şöyle sona ermektedir:
"Acaba tarihe yazarın dediği gibi geçeceksem, bu tablodaki rolümüz ne olacak?
Tabii ki söyleyeceklerimiz bundan ibaret değildir.
Tarihin inkarcı değil, tarafsız olabilmesi halinde bizim, tarihe nasıl geçeceğimiz hakkında en ufak bir endişemiz yoktur. Ama yazarın dediği gibi geçmeyeceğimiz kesindir.
Bir nefis müdafası olmaktan ziyade, bir yanlışı düzeltmek istedim.
En iyi dileklerimle.
Süleyman Demirel"
Sayın Demirel'in açıklamasının büyük bölümünü aktardık. Söylediklerinde tartışılacak ve tartışılması gereken çok şey var. Bunlar gerçekten açık olarak tartışıldığı zaman Türkiye'nin bugün yaşadığı sıkıntıların nedenleri de daha iyi anlaşılacaktır.
Not: Sayın Demirel'in yazısında kullandığı "buğuz" kelimesi Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe lugatinde "buğz" olarak geçiyor ve anlamı şöyle veriliyor: Kin, nefret, sevmeme.