Çevresindekilerin ağlaması üzerine Sokrates onlara üzülmemeleri söylüyor. Çünkü o ölüme sevinçle gitmektedir. (Büyük Mevlânâ da aynı şeyi söylememiş miydi!)
İkili bir sevinçtir bu: Hem bedenin ağırlığından kurtulup salt düşünce haline geleceğinden, hem de ölümden sonra yaşayacağını bildiğinden.
Birinci durum için şöyle diyor: "Beden, beslenme arzusuyla bizleri sürekli yoruyor; üstelik hastalandığı durumda gerçeklik arayışımızdan bütünüyle uzaklaşacağız. Tutkuları, istekleri, korkuları, arzuları ile sürekli zihinlerimizi meşgul eder ve düşünce eylemini bizim için tümüyle olanaksızlaştırır. Beden ve istekleri; çatışmaların, savaşların ve ayrılmaların tek nedenidir; çünkü tüm savaşlar para kazanma uğruna çıkar ve bizler de bu uğurda zorlanmakla geçiririz hayatlarımızı. Ona hizmet eden köleler oluruz. (...) Gerçeğe ulaşmak istiyorsak bedenin tutsaklığından kurtulmalı ve olguları sadece ruhun gözüyle görmeliyiz. Bu yüzden bilgeliği yaşarken değil, öldükten sonra kazanacağız gibi görünüyor."
Gerçek felsefeciler ölümün izinden gidenler diyerek, ölümü ruhun özgür kalması için bir kurtuluş olarak gören Sokrates'e itirazlar da gelir.
Derler ki, "İnsanlar, ruhun bedeni terk ettikten sonra hiçbir yerde var olamayacağından, insanın öldüğü an ruhunun da yok olup gitmesinden, bedeni terk ettikten sonra boşluğa bir nefes ya da duman gibi uçup gitmesinden korkarlar. Bir insan öldükten sonra ruhunun varolmayı sürdüreceğini, belli bir düşünme yetisi ve gücü olacağını iddia etmek için pek çok tasvire ve akıl yürütmeye ihtiyacımız var."
Ölümü yaklaşan ve ayakları ağırlaşmaya başlayan Sokrates, bu haklı soruyu cevaplamaya girişiyor.
Diyor ki: "Bu sorunun cevabını bulmak istiyorsan, soruyu hayvanlar, bitkiler, kısacası doğmuş olduğu söylenen tüm canlılar için irdelemelisin. Tümünün karşıtları olması durumunda, sadece karşıtlarından doğmuş ya da yaratılmış olup olmadıklarını inceleyelim."
Sonra dünyada karşıt olan her şeyin, birbirinden doğduğunu anlatmaya girişiyor. Güzel çirkinin, haklı haksızın, büyük küçüğün, zayıf güçlünün, yavaş hızlının, kötü iyinin, azalış artışın karşıtıdır diyerek bunlar arasındaki ilişkiyi irdeliyor.
Geçirdikleri dönüşümü anlatmak için bir kelime bulunmasa bile, gerçekte her birinden ötekine bir yaratma sürecinin olması gerektiğini anlatıyor.
Sonra soruyor:
"Mesela uyanık olma hali uykunun karşıtı olduğuna göre, buradan yola çıkarsak yaşamın karşıtı bir şey var mıdır?"
"Tabii ki var!" cevabını veriyorlar.
"Nedir o?"
"Ölüm!"
"Birbirlerinin karşıtı olduklarına göre, birbirlerinden yaratılmıyor mu bu ikili? O halde, iki oluşum sürecine şahit oluyoruz öyle değil mi?"
"Hiç kuşkusuz!"
"Yaşam ölümün karşıtı değil mi?"
"Evet"
"Birbirlerinden yaratıldıklarını söyleyebilir misin?"
"Evet!"
"O halde canlı olandan yaratılan şey nedir?"
"Ölü olan!"
"Ve ölü olandan ne yaratılır?"
"Tek bir şey söyleyebilirim-yaşam"
Bu diyaloglar sonunda Sokrates öğrencilerine ve dostlarına, doğada her şeyin zıddıyla birlikte varolduğunu ve birbirini yarattığını ispatlıyor ve doğanın bir tek yaşam-ölüm karşıtlığında tek yanlı bir örnek yaratmayacağını anlatıyor.
Platon'un kitabını okuyanlar, Sokrates'in burada özetlemeye çalıştığımdan çok daha güçlü bir akıl yürütme ile, ölümden sonra yaşam olduğunu ispatladığını görecekler.
Karşımızda 2500 yıl önce dünyanın yuvarlak olduğunu ve gök cisimleriyle çekme itme gücü sayesinde boşlukta durduğunu düşünen bir beyin var.
Platon'un "Phaidon" un son cümlesinde söylediği gibi " O, tanıdığımız insanların en iyisi, en adaletlisi ve en bilgesiydi.
Ama Atinalılar Sokrates'i idam ettiler.
Çünkü hem seçkinlerin yönetimine karşıydı, hem de halk kitlelerinin cehalet karanlığını yırtmaya ve onları sorularıyla aydınlatmaya çalışıyordu.
Dolayısıyla ondan iki kesim de hoşlanmadı.Aradan geçen 25 yüzyılda insanlık, onu öldürenlerin değil de Sokrates'in izinden gitseydi, bugün daha mutlu ve daha aydınlık bir dünyada yaşıyor olurduk.