Bir kez daha sıralayalım isterseniz..
"Şarkı söylemeyi bırakın, bağıramıyorlar bile" diye tanımladığı bazı "çok satan, hop oturup hop kalkan, popçular"ın abartılışı ve sanatçı diye tasvir edilişi karşısındaki kızgınlığı..
Çok değerli kimi pop sanatçılarının önüne yüksek duvarlar konmasına tepkisi..
Müzikte zirveye tırmanmasına rağmen tevazuyla iddiayı harmanlaması..
Haksızlıklar karşısındaki haklı çıkışları..
Kimi zaman umursamazlığı ama gerektiğinde aşırı duyarlılığı..
Karısına duyduğu muazzam sevgisi..
Gözlerindeki kıvılcımı..
Çok erken gelen şöhretine rağmen budalalaşmaması..
"Medya maydonozu" olmama hali, fotoğraf çektirmek ve röportaj vermekten "sanat" yapmaya vakit bulamayanlara inat, piyano çalmak ve beste yapmaktan röportaja zaman ayıramaması...
Birkaç yıl önce "dazlak kafalı ırkçı bir Alman muhabir"in, "Sizce Türk olmak iyi bir şey mi?" diye sanatla ilgisi olmayan kötü niyetli sorusuna, "Alman olmaktan iyidir!" diye okkalı bir yanıt vermesi!..
Fransa'daki bir konser öncesinde "röportaj" sözü verdiği bir gazeteciye (birdenbire çok yorgun olduğunu hissetmesi üzerine) "N'olursunuz bu röportajı erteleyelim. Muhteşem derecede sinirli ve gerginim. Gelin bir Fransız şarabı içelim!" diye kaytarışı..
Beş yaşında piyano çalmaya başlamasına, 15 yaşında, okulunun bir numarası olmasına, 18'inde, Federal Alman Hükümet Bursu almasına, 22'sinde, Berlin Akademisi' nde öğretim üyeliği yapmasına, 24'ünde, ardı ardına yarışma birincisi seçilmesine, dünyanın pek çok kentinde yılda yüz konser vermesine, New York Flarmoni Orkestrası' nı arkasına almasına ve dünyaca ünlü pek çok müzik kriterince "dahi" kabul edilmesine rağmen; "Genç bestecilere bir tavsiyeniz var mı?" sorusuna, "Kariyerimin ve yolun başındayım daha. Bunu ustalara sorsanız daha iyi olur!" diye yanıt verişi..
Hatta, pek çok "ünlü"ye inat, "Kötü konserlerim de oldu. Kötü de çalabilirim!" diyebilmesi..
İlk ustası Mithat Fenmen'in ölümü üzerine duygularını anlatırken, "O kadar severdim ki, cenazesinde kalbimin üşüdüğünü hisettim" diyerek gösterdiği çok özel vefası...
Çocuk yaşlarında tanıyıp "hayata dair" dersler aldığı Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ertesinde verdiği konserinde gözyaşı içinde piyanosunun tuşlarına basıp ona "doğaçlama bir ağıt" yakması...
"En çok kendi ülkemde verdiğim konserlerden etkileniyorum" deme hali...
"Seçkinler müziği" olarak bilinen klasik müzikle sürüp giden meslek yaşamına rağmen, Aşık Veysel albümlerini başucundan ayırmaması, Yunus Emre'yle başlayan Anadolu kültürüne ve tabii ki halk türkülerine sonsuz sevgi duyması..
Ve böylece "snopluk sınırı"ndan uzak kalması..
Ve tabii ki birinci olduğu "Dünya Genç Yetenekler Yarışması"na "yerellik" riskine girerek, kendi eseriyle, hem de "Nasrettin Hoca'nın Dansları" adını verdiği bestesiyle katılması...
İşte bu "ruh beslenmesi"yle geçen yıldan bu yana geleneksel müziğimizle, kendi piyano dünyasını birleştiren projeler geliştirmesi ve yine usta müzisyen neyzen Kudsi Ergüner' le "Klasik Anadolu Müziği" yapması..
Geçen yıllardaki bir İstanbul konserinde, müziğe değil de "cebine düşkün" bir telefon sahibini, yani cep telefonuyla konuşan bir "dinleyici"yi (abartsa da) "dünyanın bütün sanatçıları" adına azarlayışı...
Yıllardır Avrupa'larda, Amerikalarda yaşamasına rağmen, kendi topraklarının her türlü insani ve kültürel alışkanlığına hiç burun kıvırmaması; yemek türlerinden, folklorüne, günlük kıyafetten (eğer imkan yoksa) konfora düşkün olmama haline kadar...
Ve tabii ki Kültür Bakanlığı destekli "Nazım'ın 100. Doğum Yılı" etkinlikleri çerçevesinde yazdığı "Nazım" bestesinin hakkını vermesinden dolayı da..