kapat
13.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Fazıl Say'a bir kez daha "saygılar"

"Bizans" ve "başkent"teki kısır çekişmelere kulağını kapatıp kendi öyküsünü dokuya dokuya geçip giden, işini iğne oyası gibi işleyen adamlara nasıl gıpta ediyorum bilemezsiniz..

"Minik" gibi görünen ama fazlasıyla "dev" olan bir haber, bazen beni o kadar mutlu ediyor ki...

Genç ama dahi piyanistlerimizden Fazıl Say'a getireceğim sözü..

Fazıl, bu gece Paris'in en büyük konser salonunda "dev" bir konser daha veriyor...

Uluslararası başarılarına bir yenisini daha ekliyor..

"Konser" deyip geçmeyin sakın! Dünyanın önde gelen orkestra şeflerinden Kurt Mansur yönetimindeki Fransa Ulusal Orkestrası'nın eşlik edeceği Fazıl Say konseri, bize "Avrupa turnesi" diye yutturulan "gurbetçi konserleri"ne benzemiyor da ondan!

Fransız radyo, televizyonlarının da büyük ilgi gösterdiği konserde Fazıl Say, Anadolu motifleriyle işlediği bestesi Dördüncü Piyano Konçertosu'nu seslendirecek..

Böylece Fazıl, 18'inde başladığı "rüzgara karşı yürüyüş"ünde bir adım daha atacak..

Bu yüzden Fazıl Say'a gönlümden bir kez daha "saygılar" demek geliyor bugün.... Evet, geçmiş yıllarda yaptığı birkaç açıklama nedeniyle "saha dışı"na itmeye çalıştığımız bu "küçük dev adam" Fazıl Say'a, saygı göstermemiz için o kadar çok neden var ki aslında..

***
Bir kez daha sıralayalım isterseniz..

"Şarkı söylemeyi bırakın, bağıramıyorlar bile" diye tanımladığı bazı "çok satan, hop oturup hop kalkan, popçular"ın abartılışı ve sanatçı diye tasvir edilişi karşısındaki kızgınlığı..

Çok değerli kimi pop sanatçılarının önüne yüksek duvarlar konmasına tepkisi..

Müzikte zirveye tırmanmasına rağmen tevazuyla iddiayı harmanlaması..

Haksızlıklar karşısındaki haklı çıkışları..

Kimi zaman umursamazlığı ama gerektiğinde aşırı duyarlılığı..

Karısına duyduğu muazzam sevgisi..

Gözlerindeki kıvılcımı..

Çok erken gelen şöhretine rağmen budalalaşmaması..

"Medya maydonozu" olmama hali, fotoğraf çektirmek ve röportaj vermekten "sanat" yapmaya vakit bulamayanlara inat, piyano çalmak ve beste yapmaktan röportaja zaman ayıramaması...

Birkaç yıl önce "dazlak kafalı ırkçı bir Alman muhabir"in, "Sizce Türk olmak iyi bir şey mi?" diye sanatla ilgisi olmayan kötü niyetli sorusuna, "Alman olmaktan iyidir!" diye okkalı bir yanıt vermesi!..

Fransa'daki bir konser öncesinde "röportaj" sözü verdiği bir gazeteciye (birdenbire çok yorgun olduğunu hissetmesi üzerine) "N'olursunuz bu röportajı erteleyelim. Muhteşem derecede sinirli ve gerginim. Gelin bir Fransız şarabı içelim!" diye kaytarışı..

Beş yaşında piyano çalmaya başlamasına, 15 yaşında, okulunun bir numarası olmasına, 18'inde, Federal Alman Hükümet Bursu almasına, 22'sinde, Berlin Akademisi' nde öğretim üyeliği yapmasına, 24'ünde, ardı ardına yarışma birincisi seçilmesine, dünyanın pek çok kentinde yılda yüz konser vermesine, New York Flarmoni Orkestrası' nı arkasına almasına ve dünyaca ünlü pek çok müzik kriterince "dahi" kabul edilmesine rağmen; "Genç bestecilere bir tavsiyeniz var mı?" sorusuna, "Kariyerimin ve yolun başındayım daha. Bunu ustalara sorsanız daha iyi olur!" diye yanıt verişi..

Hatta, pek çok "ünlü"ye inat, "Kötü konserlerim de oldu. Kötü de çalabilirim!" diyebilmesi..

İlk ustası Mithat Fenmen'in ölümü üzerine duygularını anlatırken, "O kadar severdim ki, cenazesinde kalbimin üşüdüğünü hisettim" diyerek gösterdiği çok özel vefası...

Çocuk yaşlarında tanıyıp "hayata dair" dersler aldığı Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin ertesinde verdiği konserinde gözyaşı içinde piyanosunun tuşlarına basıp ona "doğaçlama bir ağıt" yakması...

"En çok kendi ülkemde verdiğim konserlerden etkileniyorum" deme hali...

"Seçkinler müziği" olarak bilinen klasik müzikle sürüp giden meslek yaşamına rağmen, Aşık Veysel albümlerini başucundan ayırmaması, Yunus Emre'yle başlayan Anadolu kültürüne ve tabii ki halk türkülerine sonsuz sevgi duyması..

Ve böylece "snopluk sınırı"ndan uzak kalması..

Ve tabii ki birinci olduğu "Dünya Genç Yetenekler Yarışması"na "yerellik" riskine girerek, kendi eseriyle, hem de "Nasrettin Hoca'nın Dansları" adını verdiği bestesiyle katılması...

İşte bu "ruh beslenmesi"yle geçen yıldan bu yana geleneksel müziğimizle, kendi piyano dünyasını birleştiren projeler geliştirmesi ve yine usta müzisyen neyzen Kudsi Ergüner' le "Klasik Anadolu Müziği" yapması..

Geçen yıllardaki bir İstanbul konserinde, müziğe değil de "cebine düşkün" bir telefon sahibini, yani cep telefonuyla konuşan bir "dinleyici"yi (abartsa da) "dünyanın bütün sanatçıları" adına azarlayışı...

Yıllardır Avrupa'larda, Amerikalarda yaşamasına rağmen, kendi topraklarının her türlü insani ve kültürel alışkanlığına hiç burun kıvırmaması; yemek türlerinden, folklorüne, günlük kıyafetten (eğer imkan yoksa) konfora düşkün olmama haline kadar...

Ve tabii ki Kültür Bakanlığı destekli "Nazım'ın 100. Doğum Yılı" etkinlikleri çerçevesinde yazdığı "Nazım" bestesinin hakkını vermesinden dolayı da..

***
Kısacası, her ne kadar "kariyerimin başındayım" diyorsa da bence "genç yaşta kariyerinin en üst sınırına gelmiş" bu Ankara doğumlu orta halli bir ailenin tek ve biraz da imkansızlıklarla büyümüş çocuğu Fazıl Say'a bir kez daha saygılar sunuyorum...

Bu gece Paris'te bir konser daha verecek Fazıl Say.... Uluslararası başarılarına bir yenisini daha ekleyecek.. Müziğin sınırtanımazlığı-nı, parmaklarla nasıl bir sihir yaratılabileceği-ni gösterecek.. Dünyanın sert rüzgarlarına karşı yürümenin zor olduğunu da.. Peki bu "zirve"nin ardında nasıl bir öykü var bilir misiniz?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır