Yollardaki rezaletin, çekilen sefaletin sorumlusu acaba, devlet, sadece devlet miydi?..
Hayır.. Bin kere hayır..
Hani o "Devlet yok" diye şikayet eden bizler varız ya.. Asıl suçlu bizlerdik.. Siz istediğiniz kadar yolları açmaya çalışın.. Eğer iki tane sorumsuz vatandaş, kabak lastikleri ve zincirsiz arabası ile "Ya tutarsa" deyip yollara düşerse, ilk hafif rampada patinaj yaparak yan dönen arabasını, el frenini çekip orada bırakarak giderse.. Onlar yolu kesmişken, yolun her iki yönünden başka umursamazlar yığılma yapmaya başlarsa, sadece kendi şeridini değil, uyanıklık uğruna, karşıdan gelişe ait şeritlere de, iki taraftan dolarlarsa, bu yol nasıl açılır söyler misiniz?.. Helikopterle arabaları yukarı çekerek mi?.. Oto yollarda zincirsiz körüklü belediye otobüsü, yan dönüp bir yolu kaplarsa.. Arkadan birikmeler olunca, uyanık geçinenler, emniyet şeridini de doldurur ve koca yolu insan bile geçmez hale getirirse, hangi güç, hangi araçla bu yolu tekrar açabilir söyler misiniz?..
Şimdi benim insanım bu kadar sorumsuz, bu kadar saygısız, bu kadar pervasız olursa, söyler misiniz, bir de doğal afette, devlet ne yapabilir?.. Hadi devlet sizsiniz, açın yolu görelim..
Sel yoluna, nehir yatağına, devlet arazisine gelip gecekondu yaparsan, devlet seni nasıl selden kurtarır, gibi.. Medya bu soruyu sormaz.. Sel basmış evleri gösterip, duygu sömürüsü yaparak, devleti yıpratmayı gazetecilik sanar..
Her kar yağışında, her don oluşunda, İstanbul'u kilitleyen, insanların yolda perişan olup, saatler sonra evine ulaşmasındaki sorumlu, aslında biz sorumsuz ve saygısız vatandaşlarız.. Herhangi bir televizyon ana haberinde, böyle bir vatandaşın sorgulandığını gördünüz mü?.. O zor.. Onu bulmak zor. Oysa vali karşında.. Git ona saldır, ol gazeteci.. Hadi canım sen de..
Peki o zaman, niye "Devlet yok" diyenler haklı oluyor.. Gelelim oraya..
Eskiler "Sen seni bil sen seni.. Sen seni bilmez isen patlatırlar enseni" demişler.. Peki biz "Yahu gittiğim kadar gider, gitmediği yerde arabayı bırakırım" diyerek yola çıktığımızda, ensemizin patlayacağını düşünüyor muyuz?. Böyle bir korkumuz var mı?.
Hayır.. Asla.. Hiçbir zaman.. Bizi böyle pervasız, bizi böyle sorumsuz yapan, İstanbul'da, konu trafik olunca devlet otoritesinin, devletin olmadığını iyi bilişimiz..
"Trafik anarşisi" diyoruz değil mi?.. Anarşi ne demek?.. Devlet yok.. Otorite yok.. Herkes bildiğini yapsın, demek.. Durum aynen bu işte..
İstanbul'da trafik deyince, devlet yok.. Kimsede korku yok..
İstanbul Trafik Müdürünün adını biliyor musunuz?..
Üzülmeyin.. Ben de bilmiyorum. En çok trafik yazan gazeteci ben bilmiyorum. Bizim gazetede de, özel konumu dolayısı ile, yani İstanbul Editörü olduğu için belki Erdal bilir o kadar.. Gerisi bilmez.
15 milyonluk kentin en sorunlu bölümünü yöneteceksiniz, ama adınızı kimse bilmeyecek, olacak şey mi?
Eğer varlığınızı hissettirecek bir eylem içinde olmazsanız, nerden bilsin millet adınızı.. Ben bu ülkenin en büyük polislerinin adını zamanında İstanbul Trafiğini yönetirken öğrendim. Bugün niye öğrenmiyoruz?.. Fiilen yoklar da ondan..
Şimdi bakın..
Minnacık rampada yan dönmüş arabasını bırakıp giden muhterem kentli şunu bilseydi eğer..
"Eğer yolda kalırsam, yolu tıkarsam, Trafik polisi gelir.. Kabak lastikler yüzünden ceza yazar.. Bagajda zincir olmadığı için ceza yazar.. Bu koşullarda trafiğe çıktığım için, tehlikeli araba kullanmaktan ceza yazar.. Yolun ortasına arabamı bıraktığım için, hatalı park cezası yazar.. Yolu tıkadığım için, trafiği kitleme cezası yazar.. Yazar da yazar.. Hatta arar, başka şeyler de bulur.. Önüme yarım milyar liralık bir ceza makbuzu koyar.."
Haydi, söyleyin bakalım.. Bu vatandaş o zaman, "Gittiğim kadar giderim" diye kendi arabasına mı atlardı, yoksa, zincirli bir taksi mi arardı?..
Yolda kalacak durumdaki arabalar trafiğe çıkmazsa Ğ ki, Pazar iklim olarak en kötü gündü, ama Cuma akşamı rezilliğini yaşayan vatandaş, durumu kendi gördüğü ve yaşadığı için (Polis korkusundan değil) trafiğe çıkmayınca, hiçbir yol tıkanmadı- yollar tıkanmaz, kilitlenmez, kilitlenen de çabuk çözülür.
İçinde polis korkusu olan vatandaş emniyet şeridine giremeyeceğinden, oto yollarda kurtarma, çekme araçları kilit yerine daha kolay ulaşır, bu şerit kullanılarak, kilitlenmeye yol açan araçlar yoldan alınır, oto yollar da daha çabuk açılırdı.
Yolu doğa kapadı, doğru.. Ama açılmasını biz vatandaşlar önledik. Rezilliği biz vatandaşlar yarattık. Çünkü uygar vatandaş sorumluluğuna sahip değildik ve bize bunu öğretecek devlet otoritesi de yoktu..
Bugünkü Trafik Müdürü, tamamen alınmasın. Bu sadece onun suçu değil.. Ben bildim bileli İstanbul'a "Devlet benim" diyen bir trafik müdürü gelmedi. İstanbul trafiği, 19'uncu yüzyılın Teksas'ına bir günde dönmedi.. Hep şikayet eden, hep eksikleri özür diye ileri süren, ama asla sorunu çözecek köklü planlar ve uygulamalara girişmeyen "Boş vermiş" masa başı müdürleri sayesinde, İstanbul'da ne polis korkusu kaldı, ne ceza..
O zaman da, gelsin anarşi..
Peki ama, kendi yarattığımız anarşiden şikayet etme hakkımız var mı?.
İstanbul halkı ve İstanbul Trafik Müdürlüğünün el birliği ile yarattığımız anarşiden?..
İstanbul trafiğinde devlet yok.. Olacağının işareti de yok.. İşte sorun burda ve ben bu sorunu yazmaya devam edeceğim..
Önümde iki kitap var. Yakın geçmişte çok önemli görevler yapan, görev sürelerinde "devamlı tartışılan ve tartışan" fikirlerini, altına imza attıkları iddia ve kararlarını sonuna kadar, mertçe ve korkusuzca savunan iki hukukçunun yazdığı iki kitap!..
Cumhuriyetçi Demokrasi'nin yazarı; Yekta Güngör Özden..
Militan Atatürkçülük'ün yazarı ise; Vural Savaş!..
Özellikle şeriatçı görüş ve hareketlerle, numaralı cumhuriyetçilere karşı verdikleri mücadele ile tanınan eski Anayasa Mahkemesi Başkanı ile eski Yargıtay Başsavcısı, Bilgi Yayınlarından (Tel: 0312 434 49 98) çıkan kitaplarında aynı çizgideki mücadelelerini sürdürdüklerini ortaya koyuyorlar!.
Özden kitabının önsözünde diyor ki:
"...Tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşmayı amaçlayan ulusal Kurtuluş Savaşı'nın en büyük Türk devrimi 'Türkiye Cumhuriyeti'yle demokrasiyi yaşama geçirmesi, kimilerinin kavrayamadığı benzersiz bir olgudur. Demokrasinin ön koşulu laikliği yadsıyarak demokrasiden söz etmek,'demokratik cumhuriyet' adıyla her türlü yozlaşmaya açık bir ortamı çağrıştırmaktadır. Oysa demokrasinin üzerine kurulacağı, Atatürk ilkelerini temel edinmiş bir cumhuriyet başarılı, onurlu, saygın geçmişiyle hepimizin özlemidir. Bu nedenle 'cumhuriyetçi demokrasi'yi savunuyor, insan haklarını ve demokrasiyi kötüye kullanma girişimlerine karşı çıkıyorum."
480 sayfalık kitabında Özden, çizgisini bütün açıklığıyla ortaya koyan yazılarını, mektuplarını, yazışmalarını, röportajlarını, Anayasa Mahkemesi kararlarındaki karşı oy gerekçelerini toplamış. Kitap, 1960'lardan, bugüne uzanan ve en ufak bir kırılmanın görülmediği bir mücadelenin, "Atatürkçülük ve laik cumhuriyete vakfedilen" bir ömrün aynası!.
Militan Atatürkçülük'te ise Vural Savaş bakın ne diyor:
"Eğer, ülkemizin bütünlüğü ve bağımsızlığı, laik Cumhuriyetimizin korunması ve yolsuzluklara karşı mücadele söz konusu olduğunda, 'damarlarımızdaki asil kan' hareket geçiyor ve demokratik tüm haklarınızı kullanarak, Atatürkçüler safında mücadeleye katılmak arzu ve heyecanını duyuyorsanız; her yere sızmış etki ajanlarının (yerli misyonerlerin) karalama kampanyalarına aldırmaksızın, içinizden 'sözde demokratlar'a karşı, tıpkı tanıdığım en demokrat kişilikli insan olan Ahmet Taner Kışlalı gibi 'Ben demokrat değilim' diye haykırmak geçiyorsa; siz de militan (mücadeleci, aktif) Atatürkçüsünüz demektir. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran ve yaşatanların hepsi 'Militan Atatürkçü' idiler. Ancak bu kitapta açıkladığım nedenlerle militan Atatürkçülerin sayısı giderek azalıyor ve onların sayıları azaldığı içindir ki ekonomimiz çöktü; kişiliksiz, emperyalist devletlerin kıskacında bocalayan ve ne yaptığını bilemez bir ülke haline geldik. Bu gidişle, ülke bütünlüğümüzü bile koruyamayacağız. Militan Demokrasi adlı kitabımı yazdığımdan beri, herkes benden 'militan demokrat' diye bahsediyor. Aslında, ne sebeple olursa olsun bir gün anılacaksam, 'militan Atatürkçü' diye anılmak isterim."
Atatürkçülük ve Laik cumhuriyetçilikten en ufak bir taviz vermeyen ve verilmemesi gerektiğini özellikle gençlere anlatmaya devam eden bu iki kitap, okunmalı ve okutulmalı!.
ocaluluc@beko.net